Deprem ve AKP gerçeği 

NAHİDE ERMİŞ 

2023’ün 6 Şubat’ında Bakur ve Rojava Kurdistan’ında yaşanan deprem felaketi, son yüz yılın en yıkıcı ve can kayıpları en yüksek olan bir doğa olayı olarak tarihe geçmiştir. Öyle ki, yaşanan depremin üzerinden bir ay geçmesine rağmen henüz enkaz altında olduğu düşünülen ve sayıları on binlerle ifade edilen canlı-cansız insan bedenleri bulunmaktadır. Bu anlamda, her ne kadar karşı karşıya kaldığımız bir doğal afet olayı olsa da bu afette ölümlerin artmasının esas sebebi AKP’nin bilim, akıl, ahlak ve doğa karşıtı talan ve soygun siyasetidir. Bilindiği gibi rant ve talan zihniyetiyle siyaset üreten AKP-MHP hükümeti tam 20 yıldır toplumun tüm tarihsel ve kültürel birikimini ve demokratik değerlerini hedef alarak doğa düşmanı bir çete düzeni kurmuştur. Bu minvalde zor ve baskıya dayalı kurulan çete düzeninin temsilcileri her gün şuursuzca sağa-sola saldırmakta, kendi iktidarlarının bekası için ellerinden gelen her şeyi büyük bir huşu içerisinde can havliyle yapmaktadırlar. AKP, kurduğu talan düzenini korumak ve sürekli kılmak için her türlü mafya yöntemlerine başvurmayı mübah saymış, bunun için kan dökmüş, insan öldürmüştür. Bu durum sahip olduğu karanlık zihniyetin toplum tarafından daha net görülmesini ve teşhir olmasını sağlamıştır. Dolayısıyla demokratik siyaset ve toplumsal muhalefetin eleştirileri karşısında sıkışan çete rejimi, var olan suçlarının üzerini örtmek için daha büyük suçlar işlemeye devam etmektedir. 

Depremin ortaya çıkardığı en önemli hakikat; AKP’nin devletin bütün kurumlarını işlediği suçlara ortak ettiği ‘’dinci” ve faşist bir rejim olduğu gerçeğidir. Bunun en somut örneği amacı doğal afetlerde halka yardım etmek olan kurumların da boğazına kadar söz konusu suça ve ranta bulaşmış oldukları gerçeğinin ortaya çıkmasıdır. Bir proje olarak kurulduğu günden bu yana, kendisine yönelik yapılan tüm eleştirileri devletin ve milletin bekasına yönelik saldırılar olarak lanse eden AKP, DAİŞ zihniyetine sahip bir özel savaş rejimi olduğunu artık gizleyememektedir. Böyle olduğu içindir ki, her fırsatta ezilen-emekçi halkın karşısına devletin tüm kolluk kuvvetlerini dikmekten ve devletin paramiliter güçlerini halka saldırtmaktan geri durmamaktadır. Böylelikle, halkın can ve mal güvenliğinden sorumlu olması gereken devletin kurumları, halkın yaşamını baskılayan, halka eziyet eden birer şiddet unsuru olarak halkla çatıştırılmaktadır. 

Bilindiği gibi tüm dünya ve Türkiye halklarının gözü önünde diktatör Erdoğan ve şürekâsı 6 Şubat’ta 11 ilde meydana gelen asrın büyük felaketinde ortaya çıkan büyük yıkımının yol açtığı insanlık krizini üç gün boyunca film izler gibi izlemişlerdir. Hayati önemde olan bu ilk üç günün ardından faşist ve soykırımcı AKP-MHP rejiminin çete başları sahaya ancak inmişlerdir. Bu aşamada bile devletin imkanlarını halkın hizmetine seferber etmek yerine on binlerce insanın kendi evlerinin enkazı altındaki çığlıklarına kulaklarını tıkayarak çaresizce çırpınarak ölmelerini beklemişlerdir. Çok açık ve net olarak devletin hiçbir şekilde olmadığı, halkın çaresizce kendi ölü ve yaralılarını enkazların altından kurtarmaya çalıştığı hayati önemdeki 72 saatten söz ediyoruz. Üç gün sonra olay yerine gelen faşist şef Erdoğan, kendine insanım diyen herkesin yüreğini yakan ve insanı acıya gark eden görüntüleri sansürlemek ve gerçekleri dünya kamuoyundan gizlemek için OHAL ilan ederek katil devlet gerçeğini gizleyebileceğini sanmıştır.  

Sözün özü, AKP 20 yıllık iktidarı boyunca sürekli suç ve suçlu üreten bir özel savaş rejimi olarak iş görmüştür. Bu bağlamda, diktatör Erdoğan rejimi ilk olarak demokratik toplumun tüm bileşenlerinin kendi aralarında ördüğü dayanışma ve işbirliği ağlarına saldırmış, bu yönlü gelişen toplumsal duyarlılığı dağıtmak için en iyi bildiği ırkçı ve milliyetçi yoldan yürümeyi tercih etmiştir. Ancak, kader bu sefer ağlarını faşist şef için örmüş, böl-parçala ve öldür siyaseti yüzüne çamur gibi yapışmıştır… 

Bugüne kadar çıkardığı anti demokratik yasalarla toplumun her türlü sesini kısan, hak ve hukukunu gasp eden faşist AKP rejimi, deprem sonrasında bir anda ortaya çıkan toplumsal dayanışmanın gücü karşısında adeta şok geçirmiştir. Büyük bir tükenmişlik sendromuna giren AKP rejimi için nihayet yolun sonu görünüyor artık. AKP’nin bugüne kadar en büyük korkusunun toplamsal dayanışmaya karşı olması oldukça manidardır. Bütün diktatörler gibi Erdoğan da böylesi bir güç birliğinin kendi iktidarının sonunu da getirebileceğini çok net görmüştür. Bu sebeple siyasal ve toplumsal muhalefetin geliştirdiği dayanışma ağlarının önüne her türlü geçmek istemiştir.  

Kısacası, toplumun can ve mal güvenliğinden sorumlu faşist AKP-MHP hükümetinin toplumun refah ve ekonomik yaşam kalitesini nasıl ortadan kaldırdığını herkes tarafından bilinmektedir. Halkını bir kuru ekmeğe muhtaç hale getiren bu hükümet, yaşanan tüm ölümlerden ve mal kaybından birinci derecede pay ve sorumluluk sahibidir. AKP geçen 20 yıllık zamanda seçim kazanmak amaçlı çıkardığı imar aflarıyla bu büyük suçları işlemiş, ölümlere bilinçli olarak sebebiyet vermiştir. Bu hükümet tüm ömrünü yoksulluk ve açlık sınırında geçiren halkımızın, yıllar içinde bin bir emekle biriktirdiği sermayeyle yaptırdığı evlerinden bile rant payını almayı ihmal etmemiş, malzemeden çalarak yapı denetim sorumluluklarını rüşvet karşılığında yerine getirmeyerek yaşanan tüm ölümlerin birinci dereceden sorumlusu olmayı başarmıştır.  

Gerçek bu olmasına rağmen faşist şef Erdoğan, deprem sürecinde ve sonrasında halkın yanında olmak ve acısını paylaşmak yerine kontrolsüzce halka küfretmiş, halkın acı ve öfkesini tahrik etmekte hiçbir beis görmemiştir. Yüz binlerce insanın ölümüne ve milyonlarca insanın yersiz-yurtsuz kalmasına neden olan, ranta dayalı plansız ve denetimsiz yapıların inşasından birinci dereceden sorumlu olmasına rağmen hiçbir sorumluluk belirtisi göstermemiştir. Aksine, tüm saygı sınırlarını aşarak depremden yaralı olarak kurtulan halkımıza şuursuzca saldırmıştır.  

Söz konusu faşist diktatörün kurduğu soygun düzenine itirazı olan başta Kürtler olmak üzere tüm demokrasi ve sosyalist güçler hedef alınmıştır. Faşist şef, ‘’Sizleri ve sizlerin bu halka yaptığı yardımları unutacağımızı sanmayın. Sizleri takip ediyor ve bir kenara yazıyoruz” diyerek açık şekilde depremzedelerle dayanışma gösteren herkesi tehdit etmiştir.  

Daha önce de defalarca ifade ettiğimiz gibi AKP, “Kürtler ve demokrasi güçlerine karşı Türklüğü, dış düşmanlara karşı Türkiye Cumhuriyeti Devletini koruyorum” adı altında kendi aile ve hanedan çıkarlarını koruyan 20 yıllık bir özel savaş rejimidir. Bu noktada gerçek anlamda hiçbir milli-dini ve toplumsal değer yargısı olmayan, kuruluş amacı ve felsefesi rant ve fırsatçılık olan AKP’nin 6 Şubat depremiyle birlikte inşa ettiği Alamut Kalesi de başına yıkılmıştır. Dolayısıyla toplumun önemli bir kesiminin, “Bundan sonra hiçbir şey deprem öncesi gibi olmayacak” demesi bu anlamda değerlidir. 

Diktatör Erdoğan ve yakın şürekasına karşı, devrimci ve demokratik toplumun bilinçli mücadelesi depremle birlikte daha da toplumsallaşmıştır. Özellikle depremle birlikte değişen en önemli şeylerden bir tanesi Erdoğan’ın sahte cennet vaadine kanan toplumun mütedeyyin kesiminin gözlerindeki perdenin bir anda ortadan kaybolmasıdır. Bu anlamda şunu açık ve net olarak ifade etmek gerekir ki Adıyaman ve Maraş depreminin altında faşist AKP-MHP rejimi de kalmış ve hatta can vermiştir.   

Sonuç olarak faşist AKP-MHP iktidarı halkın yaşam alanlarını, evlerini rüşvet karşılığında fay hatları üzerine kurdurttuğu gibi siyasetini de gerdiği toplumsal fay hatları üzerine kurarak toplumsal demokrasi ve uzlaşı kültürünü yok etmeyi hedeflemiştir. İşte tam da bu nedenle AKP ve onun çamur siyasetini gömme fırsatı şimdi halka geçmiştir diyoruz. AKP’yi kurduğu yolsuzluk ve mafya düzeniyle birlikte tarihin çöp sepetine atma zamanıdır… 

Bunları da beğenebilirsin