Önder Apo’nun sözü

"Osmanlı saraylarında büyüyen ve tarihsel olarak aristokrat kesimi temsil eden bu gruplar, Kürt halkına 200 yıl önce büyük kaybettirdiler. Bu aristokrat kesiminden / geleneğinden gelen günümüzün Kürt aydın grubu Avrupa’nın en önemli okullarında okuduklarını ileri sürüyorlar ve Önder Apo’nun yeni süreç açıklamasına şimdiden karşı çıkıyorlar."

DENİZ GÜL

Bugünlerde birçok insan Önder Apo’nun yapacağı yeni açıklamalara kilitlenmiş durumda. 27 Şubat’ta İmralı Heyeti aracılığıyla kamuoyu ile paylaşılan mektubun kuramsal yönü ve pratik yansımaları bu ilginin arka planını oluşturuyor. Aslında, mektubun okunmasıyla birlikte ilkin Kürt kamuoyunda bir şaşkınlık ve halkta duygusal bir atmosfer oluşmuştu. Fakat kısa bir süre sonra mektubun ana bağlamı kavranmaya başlandıkça işin özü de anlaşıldı. Kürtler açısından yeni ve güçlü bir başlangıç kanaatinin belirginleşmesi, Önder Apo’nun fikirleri üzerine yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. Artık farklı düzeylerde devasa etkileşimlere sahip olan “Kürt sorunu” tüm dünya tarafından takip edildiği için, dost ve düşman tüm çevrelerin de dikkatleri yeni gelişmelerin nasıl şekilleneceğine odaklanmıştır.

Daha açık bir ifadeyle; Kürt sorunu, her ne kadar bölgesel bir zemin üzerinden şekilleniyor olsa da uluslararasılaşmış bir olgudur. Dolayısıyla günümüzün Ortadoğu çıkmazının altında ulus-devletçilikten kaynaklanan Kürt sorunu yatmaktadır. Ulus-devlet ise bir kapitalist modernitenin yaratımı olduğundan Kürt sorunu onun da sorunu olmuş durumdadır. Kısacası, Kürt sorunu ne kadar bölgeselleşmişse bir o kadar da uluslararasılaşmıştır.

Haliyle sorunun çapı büyüdükçe herkes kendince bir yorum yapmak istiyor. Kürde sorarsanız, sorun çözülsün istiyorlar. Ortadoğu devletlerine sorarsanız, kendi hegemonyalarına göre Kürt’ü kullanmak istiyorlar. Uluslararası güçlere sorarsanız, büyük bir fırsat doğmuş, 200 yılık böl-parçala-yönet siyasetini yeni bir evreye geçirmek istiyorlar ve varsayımsal olarak şöyle düşünüyorlar: Kürt’e bir devlet kurdurtur, Beyaz Kürt’ü yaratıp herkese karşı kullanır ve Ortadoğu’yu da istediğimiz gibi yönetiriz. Batının egemenlik anlayışındaki tipik hesap: ‘Kürde bir veririz 10 alırız!’

Kapitalist modernitenin yaşadığı sistemsel kiriz bundan sonra insanlığa hiçbir şey veremez

İngilizlerin Anglosakson siyaseti, dünya hegemonyasını geliştirmek için Britanya’da uzun yıllara yayılmış bir geleneği evrenselleştirerek bugünkü ulus-devlet kurumunu yarattı. Yaklaşık 500 yıllık süreç içinde doğuş ve olgunlaşma aşamalarını tamamlayan, kapitalist modernitenin kurumsal kimliği olan ulus-devletler artık kendileri için son evreyi, yani bir tür duraksama ve tekrar dönemini yaşamaktadırlar. Oryantalizm, Beyaz Türklük, Baasçılık, siyasal İslamcılık; yanı sora Ortadoğu’nun bir nevi uluslararası arka planı olarak tasarlanan 1920 Kahire Anlaşması vb. birçok dinamik üzerinden ulus-devlet mantalitesini yerleştirmek adına Batı dünyasının bölgeye yönelik tarihsel müdahalelerinin olduğu bilinmektedir. Fakat bugün, tüm bunlara rağmen kapitalist modernitenin son evresinin en fazla Ortadoğu’da tıkandığına tanıklık etmekteyiz.

Kapitalist modernitenin en önemli ayağı olan ulus-devlet kurumu burjuva sınıfın vaatlerinin hiçbirini yerine getiremedi. Özellikle Westfalya Anlaşmasından (1648) sonra dünyaya barış gelecekti, toplumlarda eşitlik ve adaletli bir düzen hâkim olacaktı. Bireysel özgürlüğün ve çağdaş toplum düzenin hâkim olacağı müjdelenmişti. Bu vaatlerin hiçbiri yerine gelmedi. Son 100 yılı ele aldığımızda birinci, ikinci ve süregelen üçüncü dünya savaşlarında milyonlarca insan öldü. 8 milyar insanın yaşamakta olduğu dünyada, refah toplumuna ulaşmak bir yana, tüm gelir döngüsünün sadece birkaç aile arasında paylaşıldığı bir sistem ortaya çıktı.

Kapitalist modernitenin yaşadığı sistemsel kriz bundan sonra insanlığa hiçbir şey veremez, kısmi reformlarla veya kendini restore ederek dünyamızı düze çıkaramaz. Önder Apo’nun, krizin ana öznesi olan ulus-devlet hakkındaki görüşleri şöyledir: “Ulus-devletin kutsallaştırmaya çalıştığı sınırlar, vatan, millet, bayrak, marş ve yurttaş kavramları gerçek toplumsal kutsallığa ihanet etmekle bağlantılıdır. Tekçi vatan, millet, yurttaş inşaları, tüm çağlar boyunca yaşanmış bir insanlığı ancak kasap gibi doğramakla mümkündür. Bu durumda sadece toplumsal hakikatten uzaklaşma, yabancılaşma değil, toplumun kendisinin tüketilişi söz konusudur. Ulus-devletin içerdiği dinci, milliyetçi, cinsiyetçi ve ‘bilimci’ iktidar çoğaltımı karşısında toplumsal hakikatler her zerresine kadar tecavüze, işgale ve inkâra uğramış durumdadır

Tarihsellikleri dışında toplumlar var olamaz. Kapitalist modernitenin tarihi bir tarafa bırakan, sadece analize dayalı bilim yöntemi tüm bilimlerin, özellikle sosyal bilimin çarpık ve hakikat değeri düşük biçimde gelişmesinden sorumludur. Analiz ve nesnellik en kötü metafizik olarak Avrupa merkezli bilimin temel kusurlarıdır.”

Yine Önder Apo der ki: “İslâm uygarlığıyla son döngüsüne giren Ortadoğu uygarlığının 13. yüzyıldan itibaren yapısal krize girmesinden bahsedebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu yapısal krizin derinleşmesinden başka bir anlam taşımaz.”

Yapısal kriz tanımlanmasını, farklı bir şekilde, 200 yıl önce Osmanlı için ‘’Hasta Adam” tabirini kullanan Avrupa merkezli medeniyet dillendirdi. Osmanlı imparatorluğu çağın ilerici düşüncelerini esas alamadığından dolayı Batı’nın ulus-devlet sistemini taklit etmeye başladı. Nitekim İttihat-Terakki de ilk kongresini Paris’te yapmıştır. Kemalizm bu geleneğin devamı olarak şekil alınca, Ortadoğu’da gelişen ulus-devlet anlayışı her yere sirayet etti. Anlaşılan Ortadoğu’nun kendi akli şuurunu yeniden oluşturması gerekecektir. Bunu başarırsa yeniden çıkışını yapabilir, yoksa çözümü dışarıdan ithal ederse toplumsal sorunlar çözülmez ve uluslararası güçlerin oyunlarına gelme durumu tekrardan yaşanır.

Ortadoğu’nun evrensel yönü onun yeni çıkış yapmasını zorunlu kılmaktadır. Fakat, ilklerin en fazla gelişmiş olduğu bu topraklarda, yeni bir Kürt ulus-devleti geliştirmek sorunları çözmez, var olan sorunların üzerine yenilerini eklemiş olur. Kaldı ki siyasal sistem olarak ulus-devletler özü itibarıyla sorunludur. Çünkü Kürtler gibi zengin kültürel geleneğe sahip toplulukların özlemlerinde ve yaşam rutinlerinde ahlaka önem vermek vardır. Ulus-devletler ise her şeyi pozitivist mantığın baskın olduğu hukuka göre ikame ederek toplumsal sorunları çözebileceklerini iddia ederler.

Öz iradeniz ne zaman gelişecek? Halkınızın gücüne ne zaman inanacaksınız?

Önder Apo, 50 yılık mücadele geleneğinde sürekli bir arayış içinde olmuştur. Ondaki şüphecilik, var olanı olduğu gibi kabullenmeme Kürt toplumunda bir kesimi her zaman rahatsız etmiştir. Kendini aydın olarak gören bu kesim son iki yüz yıldır her zaman dışa bağımlılığı normal karşıladılar. Son 50 yılda Kürt toplumunda yaşanan devrimin sosyal boyutlarını ve zihniyet açılımını görmezden geldiler. Geçmişe dönecek olursak, Osmanlı saraylarında büyüyen ve tarihsel olarak aristokrat kesimi temsil bu gruplar, Kürt halkına 200 yıl önce büyük kaybettirdiler. Bu aristokrat kesiminden / geleneğinde gelen günümüzün Kürt aydın grubu Avrupa’nın en önemli okullarında okuduklarını ileri sürüyorlar ve Önder Apo’nun yeni süreç açıklamasına şimdiden karşı çıkıyorlar.

Yine bu kesimin temsilcileri Kürt sorunun çözümünün uluslararası güçlerin iş birliğiyle mümkün olacağını iddia etmektedirler. Nedense bir türlü Kürt’ün kendi ideolojik-politik sistemsel ve tarihsel gücünü anlamamakta ısrarı yaşıyorlar. Bir ihtimal, her şeyin merkezi olarak kendilerini esas aldıkları için bütünü görme ve algılama sorunlarını derinden yaşıyor olabilirler. Şu soruları ayrıca onlara sormak lazım: Öz iradeniz ne zaman gelişecek? Halkınızın gücüne ne zaman inanacaksınız? Kürt halkı uygarlığın birçok döneminde çıkışlar yapmıştır. Tekrardan bunu yapabilir. Yeter ki kendi tarihlerinden iyi dersler çıkarıp Ortadoğu halklarıyla doğru ilişkilenmesini bilsinler ve her türden milliyetçi akımlara karşı dikkatli olsunlar.

İlkin hesap verin!

Önder Apo’nun 50 yıllık mücadele gerçeği birçok hususu açığa çıkardı ve netliğe kavuşturdu. İnkar ve mha siyaseti, uluslararası Kürt inkarı, Kürdistan sosyolojisi, hem tarihsel hem de güncel yönleriyle Kürdistan’da dalkavukluğun ve ikiyüzlülüğün sembolü olan Beko kişiliğinin/kültürünün çözümlenmesi gibi bir dizi kültürel, toplumsal, politik başlıkta derli toplu analiz biçimleri ortaya çıkarıldı.

Kürt Kimliği geçmişte fazlasıyla parçalıydı, fakat Kürt halk gerçekliği bugün itibarıyla kendi sosyal kimliğini anlamlı hale getirebilmiştir. Bu sosyal kimlik üç aşamada gelişiyor: Birinci aşama, onun uluslararası yönüdür. Demokratik modernite paradigması üzerinden onun ruhu her geçen gün ulus-aşırı etkilerle yaşamsallaşmaktadır. İkinci aşama, onun bölgesel yönüdür. Kürtler her şeyden önce Ortadoğu’nun en kadim halklarındandır ve bölgenin kültürünün tekrardan canlandırılması hususunda kendilerini sorumlu görmektedirler. Üçüncü aşama ise onun yerel yönüdür. Bu yön otantik anlamda henüz yeni yeni gelişmektedir. Çünkü yıllardır birçok sömürgeci gücün etkisi altında olan Kürt kimliği, yeniden kendi sosyal ve kültürel devrimini geliştirerek sosyo-psikolojik sorunlarını aşacaktır.

Aslında Kürt kimliği bir hayli mesafe almış durumdadır. PKK gerçeğinde gelişen “xwebûn” kimliği, stratejik düşünmekte, siyasallaşmakta, örgütlenmekte ve toplumsallaşmaktadır.  Nedense 50 yıldır PKK düşmanlığını yapanlar bu gelişmeleri bir türlü görmek istemiyorlar. 1975’lerde PKK Hareketi Ankara’dan Kürdistan’a gelince dönemin aristokratları PKK’nin ilk kadroları olan öğrencilere şöyle sesleniyorlardı: “Kürdistan’a gelmeyin yoksa ayaklarınızı kırarız.” Hala bu yönlü bir yanılsama içinde olan var mıdır acaba, diye sorgulamak gerekir.

Bir yere kadar bu düşmanlığı insan anlamaktadır. Zira işbirlikçiliğe dayalı siyaset deşifre oldu ve Kürt halkı bundan sonra bu durumu kabul etmez. Bir diğer durum, Kürt aristokrat sınıfı bundan sonra Kürt halkını rahat kullanamayacaktır. Kürdistan’da gelişen “xwebûn” kimliği başta Kürtlerin ve Ortadoğu halklarının öz çıkarlarını geliştirecektir. Şimdi şu soruyu Kürt aristokratlarına sormak lazım: Son 200 yıl sizler Kürt halkına sürekli kaybettirdiniz, ilkin bunun hesabını vermeniz gerekmiyor mu? Fakat bu elit sınıfın temel sorunu, sürekli çağın 100 yıl gerisinde düşünüyor olmasıdır. 100 yıl önce Ortadoğu’da ulus-devlet tartışıldığında (her ne kadar yanlış bir sistem olsa da), bunlar Osmanlı İmparatorluğu düzenini savunuyorlardı. Şimdi ulus-devletin Ortadoğu’da meşruiyeti kalmamış, fakat onlar tekrardan ulus-devlet sistemine can simidi olmak istiyorlar.

Sosyal devrimler çağı yeniden başlıyor, biz de ona göre kendimizi hazırlayalım!

1973’ün 21 Mart’ında Önder Apo, “Kürdistan Sömürgedir” dedi ve gizem çözüldü. Bundan sonra Kürt halkı yeniden doğdu, bu doğuşun en anlamlı yönü ise zihni doğuş ve kendi farkına varma bilinciydi. Daha sonra adım adım kapitalist modernitenin bütün yönleri açığı çıktı. Tekçi bir mantığa dayanan bu sistemin toplumları, kültürleri, hümanizmi bitirme noktasına getirdiğini bugün daha iyi anlamaktayız. Dünyanın başına bela olmuş bu sisteme karşı Önder Apo ‘demokratik moderniteyi’ geliştiriyor. Bu bağlamda, 27 Şubat çağrısında “Demokratik Toplum” sözünü öne çıkarmıştır. Dünyanın değiştiği bugünlerde Ortadoğu da değişecek ise o zaman Ortadoğu kendi rönesansını geliştirerek değişmelidir. Soyu tükenmekte olan toplum, doğa, kültür ve hümanizm yeniden doğmalıdır. Ancak o zaman anlamlı yaşam ortaya çıkar. O zaman şöyle dersek belki daha yerinde olur: Sosyal devrimler çağı yeniden başlıyor, biz de ona göre kendimizi hazırlayalım

 

Bunları da beğenebilirsin