HALİT ERMİŞ
İran-İsrail savaşı mevcut kapsamı aşarsa ne olur? Olası gelişmeler bölgeye nasıl yansır, kimler dahil olur, etki boyutu nerelere varır?
İsrail’in 13 Haziran’da İran’a saldırısıyla başlayan savaşın nereye varacağını öngörmek zor. Birçok ülke ve uluslararası kuruluştan itidal çağrısı gelse de, İran’ın da saldırıya karşılık vermesiyle savaş her geçen gün daha da yıkıcı bir hal alarak derinleşiyor.
Peki bu gidişat neyi gösteriyor, savaşa başka güçlerin dahil olma ihtimali nedir? Böyle bir durumda savaşın varacağı yıkıcı boyut nereye ulaşır?
Belki de daha önemlisi, İsrail-İran savaşı devletler arası bir nükleer savaşa dönüşebilir mi?
Savaş bölgeye doğru genişler mi?
İsrail’in savaşın dozajını artırması olası. Zira Netanyahu’dan yapılan açıklamalarda, savaşın artık sadece nükleer silah yapımını engellemekle kalmayacağı belirtildi. Netanyahu, hedefinin “İran rejimini değiştirmek” olduğunu açıkladı.
Saldırıların şokunu atlatan İran, hemen cevap verme safhasına geçti. Komuta kademesi ve önemli bilim insanlarını kaybetse de İran, İsrail’e karşı cevap verebilecek düzeyde olduğunu gösterdi.
İsrail, savaşın daha da yıkıcı olacağı açıklamaları yaparak saldırılarına ivme kazandırdı. Eğer İran verdiği karşılıkla İsrail’e içeriden “caydırıcı” düzeyde zarar vermezse, İsrail’in bölgesel ittifaklarına yönelmesi olası. Bu durum savaşın coğrafyasını genişletir.
Husiler yeni saldırı dalgasına katılabilir
İran şimdiye kadar savaşı vekil güçler üzerinden yürüttü. Ancak elinde mevcut durumda “tam müttefik” diyebileceğimiz Yemen’deki Husiler kaldı.
Eğer İran içeride ciddi anlamda zorlanırsa, savaşı Körfez’e taşıma ihtimali yüksek. Zira İsrail ile yapılan İbrahim Anlaşmaları’yla, Arap ülkeleri tercihlerini İsrail’den yana kullanmışlardı.
Savaşla birlikte bu ülkelerden gelen kınamalar, görüntüyü kurtarmaktan öte bir anlama sahip değil.
Husilerin uzun zamandır Kızıldeniz ve Aden’de yük gemilerine dönük geliştirdiği saldırıların arkasında da “besleyici güç” olarak İran bulunuyor.
İran ile Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında, 2019’dan bu yana zaman zaman doğrudan saldırılara da varan çelişkiler mevcut.
Eğer İran, İsrail karşısında ciddi anlamda zorlanırsa, Husiler üzerinden savaşı bu alanlara taşıyabilir. Bu durum, Körfez’in yeniden ısınması anlamına gelir ve doğrudan ya da dolaylı olarak Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) savaşa dahil olur.
ABD savaşa dahil olur mu?
Olası senaryonun diğer ucunda ABD var. ABD’nin İsrail’in bölgesel ve küresel temel ittifak gücü olduğu gerçeğini unutmamak gerekir.
Joe Biden’ın, ABD Başkan Yardımcısıyken yaptığı “Eğer bir İsrail olmasaydı, çıkarlarımızın korunabildiğinden emin olmak için bir tane icat etmek zorunda kalabilirdik” açıklaması son derece önemli.
Aslında Biden burada kişisel fikrini değil, ABD’nin devlet olarak görüşünü paylaşıyor.
Bu durumda, eğer İsrail İran karşısında zor durumda kalırsa, bugün dolaylı destek veren ABD, İsrail’in yanında doğrudan savaşa girecektir.
Aynı zamanda Suudi Arabistan ve BAE saldırıya uğrarlarsa, savunmalarını yapmak için ABD’nin devreye girmesi yüksek olasılık. Bu durumda ilk hedef Husiler olabilir. Bu da İran’ın daha sert tepkisine neden olabilir ve ABD’ye de savaş açabilir. Bu senaryo, ABD’nin doğrudan savaşa dahil olması anlamına gelir.
İngiltere denkleme dahil olur mu?
İngiltere, savaşın ikinci gününde bölgeye savaş uçakları gönderdi. Peki İngiltere savaşa dahil olur mu?
İngiltere, Birinci Dünya Savaşı’nda bölgede oynadığı rolü yeniden kazanmak, sahada ve masada “ben de varım” demek için girişimlerini sürdürecek gibi görünüyor.
Ancak savaş uçaklarının gönderilmesinin barışı tesis etmek amaçlı olmayacağı da aşikâr. İngiltere Başbakanı Keir Starmer’ın “İngiltere’nin İran’ın nükleer programıyla ilgili uzun süredir devam eden bir endişesi var” açıklaması, geliş amacını da gayet net şekilde ortaya koyuyor.
ABD ile İngiltere’nin savaşa olası dahil oluşları, mevcut tabloya uluslararası boyut kazandırır. Bu da 2011’den bu yana vekil güçler üzerinden sürdürülen ancak 13 Haziran’da devletler arası savaşa evirilen bu sürecin, küresel bir hal almasına yol açabilir.
ABD ve İngiltere’nin savaşa doğrudan dahil olması, İran’la hareket eden Rusya ve Çin gibi ülkelerde nasıl bir tepki yaratır? Savaşı “küresel” karaktere taşıyacak asıl husus tam da bu. Elbette bunu zaman gösterecek.
Irak hayati bir karar vermek zorunda kalabilir
Savaşın etkileyebileceği bir diğer ülke kuşkusuz Irak olacaktır. Irak, savaşın başından bu yana tarafsız kalmak istediğini deklare etti. Hatta İsrail uçaklarının hava sahasını kullanarak İran’a saldırı gerçekleştirmesini engellemek için BM’ye devreye girme çağrısı yaptı.
Ancak Irak, bir yanıyla ABD’nin bir yanıyla da İran’ın denetiminde. Dolayısıyla savaşın olası genişlemesi durumunda en fazla zorlanacak, hatta en fazla zarar görecek ülke konumunda.
Haşdi Şabi’ye bağlı güçlerin ABD üslerini vurma tehditleri hâlâ masada. Eğer Irak içinden böyle bir şey gelişirse, Irak kendisini ciddi bir savaşın ortasında bulabilir.
Eğer İran, içeride İsrail’e ciddi zarar veremez ve savaşı istediği yönde seyrettiremezse, Irak’taki bağlantılarının harekete geçmesini isteyebilir. Bu durumda savaşın Körfez’e yayılması riski de artar.
Türkiye savaştan nasıl etkilenir
Savaşın etkilerini kaçınılmaz olarak yaşayacak bir diğer ülke Türkiye.
Türkiye’nin ilk günden İsrail’i kınaması, tarafgirlikle açıklanabilecek bir durumun ötesinde. Bu savaşın kendisini etkilemesinden en fazla çekinen devletlerden biri.
Türkiye, İran’la birlikte özellikle 2011’den bu yana bölgede hegemonya peşinde olan bir devlet. Suriye savaşına müdahil oluşu tamamen bunun üzerinden gelişti. İran gibi, vekil güçler üzerinden savaş yürütmeyi kendi çıkarlarına daha uygun gördü.
Ancak Kürtlerin özerk hareket etmesi, DAİŞ gibi radikal selefi örgütlerin çökmesi ve ardından Baas rejiminin yıkılması, hesaplarını bozdu. HTŞ üzerinden Suriye’de denkleme ağırlığını koymasının önünde İsrail durdu.
Evdeki hesap çarşıya uymadı. İran’la çelişki-ilişki diyalektiğini esas alan Türkiye, İsrail’in Gazze ve Hizbullah saldırılarından sonra Suriye’ye geçişini kendi çıkarına aykırı değerlendirdi.
Oysa İsrail tehdidi ve küresel güçlerin kuşatmasındaki İran ile ilişkileri çelişki-ilişki diyalektiğinde götürmesi Türkiye’nin çıkarına daha uygundu. Bu iki gücü bir araya getiren en temel husus ise, tarihsel ve güncel olarak Kürt karşıtı siyasetleriydi.
İsrail’in, hele ki İran’ın yıkımı üzerinden bölgede hegemon güç olma ihtimali, Türkiye’nin tüm hesaplarını alt üst edecek durumda.
Türkiye, örneğin Irak gibi iki taraf arasında bir seçim yapmak zorunda olmayabilir. Ancak bu savaştan etkilenmeyeceği anlamına gelmez. Tüm bölgede sistem değişirken, Türkiye’nin eskisi gibi kalması eşyanın tabiatına aykırı.
Bahçeli’den gelen açıklama bu anlamda dikkat çekici. Herkesin söylediği gibi, bu savaşın bir parçası Kıbrıs olacak. İsrail ve küresel güçler Akdeniz ticaret yolunu denetim altına almak isteyeceklerdir. Gazze savaşının en temel sebebi Hindistan’dan gelip Avrupa’ya geçecek bu yol iken ve bunun için Gazze yerle bir edilirken, Kıbrıs’ın olduğu gibi kalması mümkün değil.
Altüst oluşun yaşanması hem bölgesel hem de küresel ittifaklarda köklü bir yapılanmayı zorunlu kılacak. Bu durumda Türkiye’nin tavrı ne olacak? İşte asıl soru işareti bu.
Türk devletinin bir tarafı tutup tutmaması bir yana, belli ki Suriye’deki anti-Kürt siyasetini Rojhilat Kürdistan’ına da taşımaya çalışacaktır. Suriye-Rojava’da yürüttüğü siyaset benzeri olacak bu siyasetle, Kürtlerin İran’ın olası yeniden yapılanmasında bir “güç” olarak ortaya çıkmamaları için değişik yollar deneyecektir.
Keza savaşın günün birinde bu alanlara daha farklı taşınacağının hesabını yaparak, yıllardır Irak’ta Türkmenleri örgütleyip silahlandırıyor. Eğer bu savaşta Irak kaçınılmaz olarak karışırsa, Türk devleti Kürtlerin karşısına Türkmenlerle çıkmaya çalışabilir. Yine bazı Sünni Arap kesimlerini de yanına çekerek, alttan alta Şiilere karşı güç olmalarını sağlayarak bölgede etkinlik kurma hesapları yapabilir.
Suriye’deki son tekrarlanabilir
Ancak Türk devletinin bu hesapları Suriye sahasında tutmadı. On binlerce çetesiyle sahada var olmak, özellikle Kürt karşıtlığı üzerinden Suriye’yi de kendi denetimine alma hesapları boşa düştü.
O halde Türk devleti açısından izlenecek en iyi siyaset, Önder Apo ile yürüttüğü sürece sahici yaklaşıp Kürt sorununu demokratik temelde çözmesidir.
Sürece taktiksel değil, stratejik yaklaşmalı; Kürt düşmanlığını bir kenara bırakarak, Ortadoğu’nun yeniden şekillendiği bu tarihi kavşakta kendisini de düzlüğe çıkaracak yolun bu olduğunu görmelidir. Aksi durumda Suriye’de yaşadığı sonu, Başûr ve Rojhilat’ta da yaşaması kaçınılmazdır.
Kürtler kritik noktada
Bölge savaşından etkilenen bir diğer halk Kürtlerdir. Ancak gerçek şu ki, bu savaş Kürtlerin savaşı değildir.
Gerçek öyle olsa da Kürtlerin bu savaştan etkilenmeyecekleri düşünülemez.
Suriye savaşında Kürtler, bölgenin statüsüz halkı olarak kendilerini nasıl örgütledilerse ve diğer halk topluluklarıyla özerk bir duruş sergiledilerse; İran-İsrail savaşında da yapılacak en doğru şey aynısı olacaktır. PJAK’ın açıklaması bu açıdan son derece önemli ve yerindedir.
Savaşın Kürtleri olumsuz etkileyecek yönleri elbette olacaktır. Bombalar, füzeler düşerken – hele ki bu Kürt coğrafyasında yaşanırken – etkilenmemek mümkün değil. Ancak bunun zararlarını minimuma indirecek ve aynı zamanda Kürtlere özgürlük zemini sunacak olan şey; Kürtlerin üçüncü bir yol olarak örgütlenmeleri, kendi meşru savunmalarını almaları ve mevcut devletleri savaşın sonunda demokratikleşmeye zorlamalarıdır.
Kuşkusuz bölgesel düzeyde dizaynın sonuna doğru hak ettikleri statüye kavuşmaları da, ancak bir gün dahi kaybetmeden ulusal çapta birliklerini oluşturmalarıyla mümkündür. Aksi durumda savaşın sonunda eli boş kalmaları ya da mevcut bölgesel ve küresel güçlerin dayatmalarına boyun eğmeleri kaçınılmazdır.
Sonuç olarak;
İsrail-İran savaşı, ucu son derece açık gelişmeleri tetikleyebilir. Savaş giderek bölgesel hatta küresel çapta hesaplaşmalara neden olabilir.
Savaşın uzaması ve kapsam olarak genişlemesi, sadece mevcut devlet yapılarını değiştirmekle kalmayacak; büyük ekonomik yıkım, göç, ölüm, açlık, işsizlik gibi sonuçlarla bölgeyi kasıp kavuracaktır.
Böyle bir son, Irak ve Suriye savaşlarında kendini derinden göstermişti. Bu sonun yaşanıp yaşanmayacağını öngörmek için devletlerden gelen açıklamalara değil, çıkarların esas olarak nerede yattığına; sistemin yapısına ve karakterine bakarak okumak en doğrusu olacaktır.