Abdullah Öcalan: 1973 Newrozu bir tohumlanma hareketiydi

Önder Abdullah Öcalan’ın 1994’te yaptığı Newroz değerlendirmelerinde, “Newroz yılı hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar, hiçbir yılla ölçülemeyecek kadar büyük özgürlük, kazanım yılıdır. Savaşla kazanım yılıdır. Newroz’u böyle karşıladık, böyle savaşla karşıladık ve bu savaş biraz özgürleştirdi. Daha fazla özgürleştirecektir” diyor.

Newroz’u Kürtler açısından diriliş, başkaldırı, isyan olarak nitelendiren Önder Abdullah Öcalan 21 Mart 1994’te yaptığı değerlendirmede, “1973 Newrozu bir tohumlanma hareketiydi ve Ankara’da mayalandı” değerlendirmesi yaptı.

Önder Öcalan’ın 1994’te yaptığı Newroz değerlendirmesi şöyle: “Bir küçük grup çok az bir umutla ve çok az bir hazırlıkla 1973’ün baharını karşılamaya çalıştık. O Newroz gününde ülkemizin adını ağzımıza alalım. Artık burası Kürdistan olsun dedik. Herkes doğu diyordu. Birçok sol grup vardı. Bir grup da bu ülke için olsun dedik. Ama birkaç kelimeden daha fazla bilgi dayanağı yok. Partileşmenin neresindeyiz, nasıl başlayacağız? Büyük bir sır var, cevabı oluşturmak gerçekten birkaç büyük cephe savaşından daha fazla sorumluluk istiyordu, yaratıcılık istiyordu. İşte buna da hazırlıklı girmeye çalışacaktık.   Şimdi Newroz’u daha iyi anlamaya başlıyoruz. Çok daha gerçekçi, çok anlamlı ve bizim istediğimiz biçimde kutlanması gereken Newrozları şimdi yapıyoruz. Ve bu hazırlıkları en gelişmiş özgürlük araçlarımızla, gerilla savaşımıyla, halkımızın savaşa hazır tutkusu ve iradesiyle karşılıyoruz. Bunlar güzel bir Newroz’a hazırlanma günleridir. İnanıyorum ki halkımız da bundan memnundur. Biz biraz daha derini görmek zorundayız. Hem de duyguların ön plana çıktığı böylesi günlerde en derin düşünceyle görmek zorundayız. Saygıyı başka türlü elde etmenin, ona dayalı sevgiyi, coşkuyu yakalamanın imkanı yoktur. Bu kadar şehit kanıyla bu kadar büyük direnişle ve cesaretin, fedakarlığın eşsiz örnekleriyle dolu bir hareketin gerçeğinde bir halkı yakalamak, bir ulusu, insanlığı yakalamak, yaşatmak tercihimiz oluyor.

ÖZGÜRLÜK İRADEMİZİN KENDİSİ

Özgürlük irademizin kendisi oluyor. Biz kendi dönemimizin baharlarını sadece umut olmaktan çıkarmanın büyük gereğine de inandık, umudun gerçekleşmesi daha tatlıdır dedik ve yüklendik. O düşünceler, o uğraşlar biraz da o yüzyılların, binyılların umuduna doğru bir gerçekleştirme şansı vermek içindi. Başka türlü saygı olmuyor başka türlü insanın çabası erdemli olmuyor. İçeriksiz laflardan bıktık. Çirkin suratlardan, dalaşmalardan nefret ettik. Kürt yaşamı, kendini, kendi eliyle akrep gibi zehirleyen yaşam, ihanet yaşamı, ne kadar bıktırıcı ve nefret ettiriciydi. Onu anlamak, göstermek istedik. İhanet gerçeğini ortaya çıkarmak ve en önemlisi de ona karşı savaşım vermek, kolay sanılmamalıdır. Yine senin her şeyini beş paralık ve hatta daha da kötüye çevirmiş düşmana karşı ağlamaktan, sızlamaktan başka bir şey yapmak kolay sanılmasın. Ve kötü bir isyanla daha da beterin beteri bir duruma düşmekten başka, yaşamak kolay mı sanılıyor. O günleri çok düşündük, bu günler nasıl böyle olmaktan çıkarılır. Ona büyük anlam vermek istedik. Ve çok az kişi bu temelde kaderini paylaşmak, birleştirmek istedi. Kaçış ve ölüm daha çok tercih edildi. Yabancı metropollerin sana sundukları rengarenk bir yaşam olmayabilir.

KÜRDİSTAN’A YÖNELİM

Ata, baba ocağı niye bu kadar kolay ve hem de hor görülerek terk ediliyor. Aklıma hemen bu beldelerin harabeleri geldi. Kurdu, kuşu, yılanı, çiyanı geldi. Bu bir yılan, çiyan olsa bile onlardan kopmanın sakıncaları geldi. Böyle olmaması gerekirdi. Ne kavga biliyorsun, ne kavgaya girebiliyorsun. Gerçek bir ikilem içinde dolanıp durma söz konusu, yabancının, işgalcinin ne kadar seni gasp eden yanları, yaşamları da olsa sen tümüyle kopamıyorsun ata topraklarından. Ve bu da seni devrime yöneltiyor. Bu arayış giderek devrim düşüncesi, örgütlü savaşımı oluyor. Böyle başladık biz devrime. Bunları şimdi niçin böyle anlatma gereği duyuyorum. Halen doğru bir yurda dönüş, ata ocağına dönüşün, insanlığın ocağına dönüşün, insanlığın beşiğine dönüşün anlamını çok az bildiğiniz için söylüyorum. Yıllarca ortada kalıp da güzel bir sayfa açmaya, bir şiirsel sayfa açmaya özen göstermeyenlere bunu söylüyorum. Kaldı ki, bana göre gerçekten yaşamın her anı, her günü bir şiirsel anlatım kadar güzel olmalıydı. Kürdistan’a yönelim hazırlık istiyordu. Kör, naçar ve biz böyle Urfa’yı, Diyarbakır’ı seyrederdik. Dağları seyrederdik, dağların doruklarındaki kar biraz içimizi aydınlatırdı. Dağların dorukları biraz umutlandırırdı.

PARAYI DEVRİME YATIRDIM

Muhtemelen biraz özgürlük var. O tarihi harabelerin yanına varırdık. Ve düşünürdük. Bunları yapan insanlar kimlerdi, orada biraz büyüklüğü görürdük. Onlar da bizim gibi bu topraklara yakın yaşamışlar. Kimdir bu büyük kayaları oralara çıkaranlar, o büyük sütunları dikenler. O yazıyı yazan kim? Onların tutkusu, aşkı neydi? Ve bu durum, kendi cüceliğimiz konusunda bizi utandırır dururdu. Tabii biz metropol günlerinin fazla cazibesine kapılmadık. Belki de o bizim çok donuklaştırıcı, hırpalayıcı, çoktan düşülmüş kişiliğimize görünüşte bir şeyler verebilirdi. Ve biz de iyi almaya çalışıyorduk. Giderek kendimiz için gerekli olanı almaya çalıştık. İşte bu felsefedir. Bu sosyalizmdir, giderek devrim düşüncesiyle bu metropollerde tanışmaya çalıştık. Sömürgecilerin hizmetine girmeye, küçük bir memur olmaya çalıştığımızda ilk aklımıza gelen paradır. Ama niçin? Diyarbakır’a bir kadastro memuru olmak için geldik. Eğer kişi kafasını çalıştırsa iyi bir para yeridir. Rüşvetin baştan çıkarıcı eli cebime girdiğinde sabaha kadar kendi kendimle tartışırken bir yolunu buldum. Bu toplumu bu halinden çıkarmaya yönelik bazı tasarılarım olabilir, bu parayı onun için kullanamaz mıyım? Bu daha hayırlı olabilir düşüncesiyle o parayı aldım. Bir yatırım oluyor, devrim yatırımı, ’70’ler böyle karşılandı. Gezdik ve biraz daha ağalığın gücünü gördük, mülkiyeti tanıdık.

1973’ÜN BAHARINI NEWROZ İLE KARŞILAMA

Kürdistan’a yönelim biraz daha hazırlık istiyordu. Demek ki, çok köklü bir geleneğin de ürünü olan o küçük rüşvetin bir devrim yatırımı olması, hem bizi çok iyi sorgulayan ve hem de uyandıran bir gelişmeydi. O sıralar Diyarbakır’ın kara taşına bakıyordum, Temmuz sıcaklığında ne bitebilir buralarda. En az o kara taşlar kadar kara yürekler söz konusuydu. Eski büyüklüğe çağrı yapan tarihi anıtlar var, türküleri var, dinliyoruz. Ama geriye ne kadar eser kalmış ve kim sahiplik ediyor. Onun hareketi, onun acıları içinde fazla kalmadan tekrar bir metropol çıkışımız oldu. Buralara bu sefer tam devrimin sesi olarak yönelebilir miyim? Bu duygu ve düşüncelerle biz o büyük ’70’li yılları düşmanın kalelerinde karşılamaya çalıştık. Biraz çelişkilidir, Atatürk’ün kabri dibinde kendi mayalanmamızı son sınıra kadar hazırlamak istedik. Ve bilindiği üzere oldukça da anlatmaya çalıştık. 1973’ün Newroz gününde ülkemizin adını ağzımıza aldık ve burası Kürdistan dedik Bir küçük grup çok az bir umutla ve çok az bir hazırlıkla 1973’ün baharını karşılamaya çalıştık. O Newroz gününde ülkemizin adını ağzımıza alalım. Artık burası Kürdistan olsun dedik. Herkes doğu diyordu, o zaman kitaplarda böyle sözcükler geçiyordu. Birçok sol grup vardı. Bir grup da bu ülke için olsun dedik. Ama birkaç kelimeden daha fazla bilgi dayanağı yok. Genel teori, uluslar üzerine çok şey söylüyor ama biz nasıl bir ulusuz, nasıl bir ülkeyiz? Genel teori, parti üzerine çok şey söylüyor.

PARTİLEŞME ARİFESİNDE

Ama biz partileşmenin neresindeyiz, nasıl başlayacağız? Büyük bir sır var, cevabı oluşturmak gerçekten birkaç büyük cephe savaşından daha fazla sorumluluk istiyordu, yaratıcılık istiyordu. İşte buna da hazırlıklı girmeye çalışacaktık. Biraz o dürüstlüğümüz, o topraklara halen olan ilgimiz, o beni unutma diyen dağlar, taşlar, kurtlar, kuşlar varsa, devrim teorisi varsa, devrim partisi bize göre de oluşamaz mı dedirtiyordu. Ve gerçekten ahım-şahım bir yanımız yoktu. Ama metropole kavuştum. Yüksekokula da kapağı attım, ama cebime sıcak paralar gelir deyip, kendimi de yere atmadım. Biraz daha ileri amaç, onun gelen düşüncesi ve biraz daha çıkara bulaşmamış arkadaşlık ilişkileri. Samimiydik, inançlıydık ve artık güçlenmek de istiyorduk. 1973 Newroz’u böyle karşılandı. Dikkat edilirse anlamlı bir karşılayış. Ülke adını ağzımıza alıyoruz. Sömürgedir diyoruz. İlk defa bu sözcükler çıkıyor. Ve bunun için burada bağımsız bir grup yerindedir. Çünkü o zaman Marksizm-Leninizm adına ahkam kesenler, Kürdistan adına ufak bir grup oluşturmamızı bile Marksizme ihanet sayıyorlardı. Biz bu anlamda ihanetse olsun dedik. Kendi grubumuza yönelme gereği duyduk. Bunlar önemli gelişmelerdi. Düşmanın kalesinde, Anıtkabir’in dibinde mayalandık, ulusal kurtuluşçu düşünce biraz ortaya çıktı. Sosyalizmle tanışma, çağdaşlığın düşünce biçimleriyle konuşma yavaş yavaş gerçekleşiyordu.

ÇAĞDAŞLIKTA KÖLELİK BİÇİMLERİ

O yılları böyle değerlendirmek gerekiyordu. Ve nasıl ruhumuzu satmadığımızı, düzene bağlanmak istenilen kişiliğimizi satmamaya büyük özen gösterdiğimi belirtebilirim. Yerel gerici mihraklara da kendimi bağlamadığımı söyleyebilirim. Biraz bağımsız ve özgür kalmaya çalışıyoruz. Bizi yutmaya yönelik yaklaşımlar bizi biraz böyle tedirgin, tedbirli olmaya götürdü. Bir genel ülke lafı, bir sömürge lafı, bir grup niyeti öyle sanıyorum ki, bu yıllara karşı bizi sigortalayan temel gerçekler oldu. İnsanlık kolay kazanılmıyor, şerefli, onurlu olmak öyle sanıldığı gibi kolay değil. Kendine saygıyı yitirmek çok kolay, saygı kazanmak ise bu yıllarda çok zor. Her şey seni senden alıp götürüyor. Her şey bu yıllarda seni soyup soğana çeviriyor ve sen zenginleşiyorum diyorsun. Müthiş köleleşiyorsun, özgürleşiyorum diyorsun. Görülmemiş ihaneti yaşıyorsun, bağımsızlaşıyorum ve çağdaşlaşıyorum diyorsun. İlk çağın kölelerini prangaya vururlardı. Pazarlarda alıp satarlardı ve sonuçları belliydi. Ama bu çağdaş köleliğin, bu Kürt köleliğinin ne tarihte eşine rastlanıyor, ne de çağdaşlıkta böyle kölelik biçimlerine tanık oluyoruz. Onun gerçeği içinde yutulmamak bu nedenle çok önemli oluyor.

ANKARA’DA MAYALANDIK ŞİMDİ O TOHUMLAR SAÇILIYOR

Ankara’da yutulmamak, o Ankara ki TC’nin kuruluşunda ölüm fermanının çizildiği Ankara’dır. 1925’lerin İstiklal Mahkemelerini çıkaran Ankara. Kürtlükten yana olası bir gelişmenin önünü darağaçlarında kesen bir Ankara. Daha ilk kuruluşunda, o zayıf dönemde, böyle olan, 1970’lerde nasıl olur? Hele o geliştirdiği kapitalizm bile diyemeyeceğimiz talan ekonomisiyle kendi halkını bile korkunç bir soyguna çeviren o asalak gurubuyla buradan nasıl sağlam çıkarsın. Onun hikayesini sizlere çok anlattım. Ve bu anlamda devrimci gençliğin eylemlerine yüksek değer biçtik. Türkiye devrimci gençliğinin eylemine ve onlardan olmaya da tereddüt etmedik. Yeni dünyamızı onlarla da yaşamaya çalıştık. Fakat onların düzene bağlanışları, köklü kopuşları sınırlıydı. Bizimki öyle olamazdı. Newroz tutkusunda ve coşkusunda yaşamak Yavaş yavaş kendi grubumuzla bir Kürdistan ulusuna hazırlandık. Diğer baharları bir tarafa bırakayım ama benim 1977 baharını böylesine bir uçuşla ve gerçekten ver elini Ağrı deyip geldiğimi çok iyi hatırlıyorum. Yanı başımda düzenin çok etkili bir Kürt ajanı var. Bir Ağrılı, Pilot diyorduk. Sınırlı da olsa bir yurtseverlik düşüncesi var mıydı? Bu da araştırılmaya değer. Burada önemli olan Ağrı dağı eteklerindeki toplantıyı yaptığımızda, düşmanın gölgesi bu kadar  yakınımızdaydı. Ama o dağın tam bir kutsallık ifade eden gerçeğinde bunun ne kadar ciddi bir adının olduğunun biraz farkındaydık. Şunu da söylüyordum. Bu bir tohumlanma hareketidir. Ankara’da mayalandık şimdi tohumlar saçılıyor. Bundan sonra ölüm de gelse, nasıl ve ne biçimde gelirse gelsin hiç umurumuzda bile değil.

NEWROZ’U KARŞILIYORUZ

Ve o zamanki Kürdistan seferine başladık, gerçekten tam bir tohum serpme hareketiydi. Ben oradan çıkış yaptım, Kars’ın içine, oradan Digor’a gittim. Orada küçük bir toplantı yaptım. Bazı yiğit çocuklar vardı. Bazıları şehit düştü ve halen savaşanlar da var. Her an hatırlıyorum. Şimdi oralar gerillanın yatağı haline de gelmiştir. Fakat anlamlıdır. Biz geçtiğimizde bir yaprak bile kıpırdamıyordu. Orada Newroz’u karşılıyoruz. Erzurum’dan, Erzincan’dan Dersim’e. Gerçekten kar altından daha yeni yeni kar çiçekleri de çıkmış, bir şeyler söyler ama bakacak halim bile yok. Yani o sert rüzgarlar altında bir çiçek çıksa bile neye yarar, neyi ifade edebilir? Bunu şunun için söylüyorum, biraz yaşamdan bahsediyorsunuz, yaşam ilişkilerinden bahsediyorsunuz. Benim kendi gerçeğimde özellikle bir de bu yönlü gerçekçi olma durumum var. Çiçekleri anlamamak, yaşamın belirtilerini görmemek ne kelime, fakat gerçekleri de bir tarafa itmek pek anlamlı olmuyor.

NEWROZ’U YAŞAMAK

O dönemde hiçbir zaman iyi bir çiçekçi olamadım. Çiçeklere iyi bakamadım ama hep çiçeklere günün birinde iyi bakılması gerektiğinin farkındaydım. Dersim’i araştırdık, biraz görüşme yaptık, birkaç söz söyledik. Ondan sonra bir Karakoçan toplantımız vardı. Bunlar olurken Mayıs’ta bir katliam haberi geldi. İstanbul’un Taksim Meydanı’nda 37 emekçi bir provokasyonla katledildi. Oradan Diyarbakır’a uzanıyoruz, bir 6 Mayıs toplantımız var. Bu sefer Diyarbakır’ı biraz daha anlamlı kılabilecek bir toplantı. Ardından büyük şehidimizin oldukça coşkuyla hazırladığı ve sabaha kadar bir Newroz’u yaşar gibi tutkusundan ve coşkusundan bir şey kaybetmeyen Haki Karer yoldaşın sorumluluğunda biraz eylemle karşılanmış bir Antep… Grubun büyütüldüğü bir Antep gördük. Ve biz de sabaha kadar konuştuk.

TOHUM TAZELENMİŞ, TOPRAĞA SERPİLMİŞ

Ardından ver elini Ankara. Ne arıyorsun Ankara’da? Ölümü arıyoruz aslında. Ben gittim Kürdistan’da bunu yaptım, beni ne yaparsan yap Ankara diyorduk. Daha beş gün geçmeden Haki’nin şahadet haberi geldi. Anladık, bu bize bir cevaptı. İdam fermanımız verilmiş ve infazlar başlamış. Tekrar girdik Antep’e. Şunun için söylüyorum; inerken sanki gök başımıza yıkılıyor. Yer yarılıyor içine giriyoruz. Biraz duyarlı olanlar, süreçlere biraz böyle bakmak zorunda. Hiçbir hazırlık yok, sadece ufak bir tohumlama yapmışsın, en ufak bir rüzgar kasıp kavurabilir. Ve nitekim kasıp kavurmaya da başlamış. Haki’nin cenazesini Türkiye’ye yolladık. O bir Karadeniz çocuğuydu. Gerçekten o tam bir arkadaştı. Anısı üzerine düşünme gereği duyduk ve madem bu güzel arkadaşımız uğruna şehit düşecek kadar kendini ifada ediyor, biz o düşünceyi bir adım daha ileri götürelim ve partileştirelim dedik. PKK denilen olayın bir adım daha ilerlemesi biraz da böyle bir şahadetle bağlantılıdır. 1979 baharına ufak bir göz atmak gerekiyor. Kışa Diyarbakır’da girdik. Oradan yazın sıcaklığında Urfa’ya girdik. Nereye gideceksin? Umut var, tohum tazelenmiş, toprağa serpilmiş filiz verebilir. Fakat faşizmin ayak sesleri anı anına ezip geçebilir.

BÜYÜMENİN KANUNU

Mekan daralıyor, zaman kesiliyor senin için. Biraz duyarlılık, biraz nefesin kesilmeme tutkusu veya yaşamın özgürce gelişmesine şansın büyük dayatıcılığı bizi erkenden dışarıya çıkmaya zorladı. Yakalanmalar olmuş ve birisi çözülmüş. Bilinen büyük hain Şahin, ‘gidelim Apo’yu elimizle koyduğumuz gibi çıkaralım’ diyor. Daha bize ulaşmadan biz dışarı çıktık. Kişilik doğru yola girdi mi, tarihten dersler çıkararak sağduyuyla hareket etti mi, kendi gerçeğini kavrayıp yaşamı güzellikleriyle anlamaya başladı mı büyür. Büyümenin kanunu budur. Yani başlangıçta söyle nitelikli, şöyle hazırlıklı, şöyle teknik donanımlı, şöyle kasları kuvvetli, şöyle yüreği sağlam demek, bu işlerin gerçeğini anlamak için pek yeterli değil. Söylediklerim daha doğru anlamaya imkan veriyor. Benim önderlik falan umurumda değil. Biraz namusu ve onuru kurtarma sorunum vardı. Bilimden biraz nasibimi almışım, topraktan biraz tam kopmak istemiyorum. Ve bunun verdiği bazı sorumluluklar vardı. Zaten çok iyi bilinir ve büyükler de her zaman söylerler. Bu yıllarda Kürtlük için ufak bir namuslu ses olmak imha olmak için yeterlidir. Bu yıllarda da böyledir. Gerçekçi olalım, öyle bir kişinin iftirasıyla, bir kişinin kendini saptırmasıyla fazla izah edilemez. Hiç şüphesiz devrimci gençliğin etkisi olduğunu söyledim.

KENDİNİ YETİŞTİRECEKSİN

Güney Kürdistan’daki isyanın da bir ses olduğunu söyledim. Ama bunlarla nereye kadar gidebilir? Kendini yetiştireceksin doğru, fakat seni her şey gerçekliğinden o kadar uzaklaştırıyor, o kadar ürkütüyor ki, günlük olarak ‘Atalarınıza bakın, başınıza neyin geleceğini bilirsiniz’ diyorlardı o yıllarda. Asılmalar, satılmalar her tarafta. Sen bir genç olarak ne yapabilirsin ki? Ağzınla havada kuş yakalasan da nereye kadar uçabilirsin? Her taraf mutlak anlamda düşmanın denetimi altında. Bütün direniş kaleleri düşürülmüş, kölelik yüreğine kadar kök salmış senin. Kendi kendine köleliğin methiyesini yapıyorsun. Senin insanlarının durumu böyle. Bu kadar soyuna ihanet, bu kadar köleliğine methiye başka hangi ulusta görülmüş ki? Ve sen böyle bir ortamdan çıkıyorsun. O dönemde herkes şunu söylüyordu, ‘Kaçın bundan’. Çekici olmak için ben okulun en iyisini okumaya çalıştım. Biraz paracıl olmaya da çalıştım. Fakat işlerine gelmediği için yaklaşmayın diyorlardı. Sırf biraz insan çekmek içindi. O okul yılları, o biraz etkili olma durumumuz. Yaman yıllardı. Namusu ve onuru kaybetmemenin yılları, namuslu olmanın yılları. Ortadoğu halklarıyla dostluklarımızın eşit ve özgür temelde gelişmesi için büyük özen göstereceğiz Bu açıdan bu yıllar çok büyük değer ifade ediyor. Bütün bunları öz gücümüzle, halkımızın büyük desteğiyle yaptık. Fakat dostların desteği de hiç bir zaman inkar edilemez. Üzerinde düşünmek ve gerekli yer ve zamanda hakkını vermek yiğitlik gereğidir. En az şimdilik bunları söylemek boynumuzun borcudur. Gelecek ne getirir, dostluklar ne kadar kalıcı olabilir, biz geleceğin daha iyi getirebilmesi, dostlukların kalıcı olabilmesi için Ortadoğu halklarıyla ve bu arada Kürt, Türk ve Acem halklarıyla dostluklarımızın eşit ve özgür temelde gelişmesi için büyük özen göstereceğiz. Ve başka yiğitliklerin yaptığı çalışmalara kendi çalışmalarımızı katacağız. Halklarımızın muhtaç olduğu bu büyük kardeşliği tesis etmekle ve belki de en iddialı çalışmalardan birini yapacağız. Her zaman buna inandık ve hareketimize böyle şekil verdik.

NEWROZ DAĞLARINDAKİ GERİLLA SICAKLIĞI KUTLANACAK

Şimdi hem iddiamız, hem de gerçekleştirmemiz oldukça ileridir. Bir kez daha Ortadoğu’dan Kürdistan dağlarına ve Botan’ına özellikle yönelmek nedir? Bir Zağroslara, bir Ağrı dağına, bir Cudi’ye ve bir Toroslara tekrar bir yönelme imkanımız var. 1980’lerin başlarından itibaren fazla ülkemizden kopmadan, kopmanın getirebileceği yozlaşmayı, düşkünleşmeyi yaşamadan daha sıcağı sıcağına o toprağın kokusuna tekrar kavuşmak çok önemliydi. Bir Ermeni halkının başına geleni biliyorsunuz. Gidersin dönemezsin, uğursuzluğunu, olumsuzluğunu yaşamamak için hazırlık çok yetersiz de olsa ver elini Kürdistan dağları. Bu sefer öyle yöneldik. Newroz da bu sefer Kürdistan dağlarındaki gerilla sıcaklığı ortamında kutlanacak. Bu yepyeni bir yaşam oluyor. Çok zorlu ama gün geçtikçe değeri anlaşılacak, anlamı büyüyerek ve herkesin yaşamı olacak bir sıcaklık, bir gerilla sıcaklığı. Hayatımızı bütünüyle buna adamaktan çekinmedik. Çünkü içinde büyük yaşam var. Dağlar ne kadar dondurucu olsa da, azık çok az olsa da, yine umut çok yavaş gerçekleşmeye yüz tutsa da, büyük yaşamı yaratmak esastı. Felsefi, siyasi, örgütsel ve en önemlisi de silahlı girmenin gerçeğini yakalamaya çalıştık. Ki, Kürtler tarihlerinde bir de bu anlamda Zağrosların, Torosların ve o bildik kutsal dağların eteklerinde uygarlığa yol açarlar, uygarlığın belasını gördüklerinde biraz daha doruğa tırmanırlar. Bu yaşam hikayemizdir. Eteklerde uygarlıkla tanışırız, doruklarda özgürlüğü yakalarız. Uygarlaşma aynı zamanda köleleşmedir. Bu topraklarda uygarlığın nimetlerini egemenler alır, köleliğini ağırlıklı olarak halklar veya daha çok da Kürt halkı alırdı.

DAĞLARA YENİDEN ÇEKİLİŞ HAREKETİ NEWROZ’DA OLUYOR

Dağların eteklerinde biten uygarlık kaynağını bu işgalciler ve istilacılar alırken, geriye hep özgürlüğü dağın doruğunda arayan halkımızın gerçeği kalırdı. O dağların doruklarında çok ilkelleşmişler, çok yoksullaşmışlar. Fakat halkımız 4 bin yıl önceki o sağ insanın birçok olumlu özelliklerini halen taşıyor. Onun için buna çok değer veriyorum. İniyorsun ovaya batıyor insana. Mardin’i sizinle çok tartıştık. Ne kadar kirletilmiş, aslında uygarlık gereği bu yaşama saplanmış. O feodal tutku, o düşkün yaşam tutkusu, ne kadar gelişmiş. Bir de yükselen dağlara bakın. Oradaki savaşçı ne kadar güzel. Ne kadar daha iyi savaşıyor. Uygarlık savaştan alıkoyarken, o uygarlığa tepki gibi, o dağın doruğunda savaşa oldukça yakın davranıyor. Bu tesadüf değil, bir tarihi gerçeğimiz. Bu demek değildir ki, biz ovalarda yaşamaya alışmayacağız, kent yaşamına geçmeyeceğiz. Hayır, bütünüyle ona özgürce giriş yapmak içindir diyorum. Dağlara yeniden çekiliş hareketi Newroz’da oluyor. Şöyle bir tarihi tespitimiz de vardır ve manifestoda işlenmiştir. ‘Biz dağların doruklarında tam bağımsızlığı kesinleştirdiğimizde ovalara, köylere, kentlere yöneleceğiz. Dağlardan garantiye bağlanmamış bir bağımsızlık dışında asla inmeyeceğiz.’ Bu büyük bir ilkeydi ve halen de geçerliliği iliklerinize kadar sizi bağlıyor. Biraz daha güney, biraz daha ovalar, biraz daha köydeki rahat yaşamlar bu büyük ilkenin çiğnenmesiyle bağlantılıdır. Evet bu ilkeyle oynayanlar sürekli kaybettiriyor. Çok iyi bildiğiniz gibi o Zağroslardan da biraz daha eteklere indiler, Cudiden eteklere biraz daha hazırlıksız iniliyor ve çarpıcı kayıplar yaşanıyor.

DAĞI DA TANIMALIYIZ

Dağlar çok sağlam olmadan, sağlama alınmadan veya eteklere çok planlı yayılmadan, Kürtlerin bütün yönelişi belki de on bin yıldan beri aleyhlerinde sonuç vermiştir. Bu anlamda tarihi bilmeliyiz diyorum. Dağı da bu anlamda tanımalıyız. Diğeri kurnazlıktır ama kendini aldatma oluyor. Rahatlıktır ama, içinde ölüm var. Metropol yaşamına, tümüyle ülkenizden kopuşa açıksınız, ama orada da ölüm var. Uygarlıkla tanışma tümden yitiriliş oluyor. Bu dağlara yeniden çekiliş hareketi Newroz’da oluyor. Bunun için kendi kişiliğimde biraz anlattım. Ve en son o dağlara daha çok gerilla taşıdığımda, biraz namusu kurtardım dedim. Onur biraz sağlama alındı. Tabi bunun günlük olarak nasıl bir çabayla mümkün olduğunu size çok kapsamlı anlattık. Ne kadar da anlaşılıyoruz dedik bu kış boyu. Bu Newroz’a doğru gelirken anlattıklarımız on cildi geçen yaşamı size anlatmaya çalıştık ve bu Newroz günlerine doğru geldiğimizde en kapsamlı anlatımı vermeye çalıştık.

ÖNDERLİK GERÇEĞİMİZ

Size aileyi anlattık, kadını anlattık, ordulaşmayı anlattık, en önemlisi de temelden partileşmeyi anlattık. Yurtseverliği anlattık, kahramanlığı anlattık, ihaneti, suçu anlattık, intiharı anlattık. Bunlar büyük yaşam sözcükleridir. Sadece sizleri değil, sizlerin şahsında binlerce yıl öteden gelen tarihi kalıntıları ve en çağcıl gibi görülen etkilenmeleri gözetledim, dinledim. Zindandan çıkanları karşıladım, dağın tümüyle özgürleşmiş ortamından gelenleri dinledim ve tabi bütün bunlar bir yaşamı değerlendirmek için küçümsenemez bir fırsattı. Değerler toplamıydı. Ve hele her gün gelen haberler beni şiddetle yaşamı, özgür yaşamı, gelişmiş yaşamı savunmaya zorluyor. Önderlik gerçeğimize bağlı bir intiharı anlattım. Newroz’da intihar anlatılır mı? Yaşama saygıdan ötürü anlatılır. İntihar ve yaşam arası ilişki nedir? Ve hemen ardından bazı söyledikleriniz var. Nasıl yaşamak peşinde koştuklarını, hatta intiharın kendisinin nasıl bir yaşam çabası içinde olduğunu anlatıyorsunuz.

AŞKI ANLATMADAN NEWROZ ANLAŞILIR MI?

Bu kadar çelişkiyi anlamadan Newroz anlaşılır mı? İlişkiyi, duyguyu, aşkı anlatıyorsunuz. Aşkı anlatmadan Newroz anlaşılır mı? Tabii savaşı anlatacağız. Bu her şeye az çok anlamını verecek gerçekliği anlatacağız. Ben PKK’nin böyle sadece bir parti değil, Kürtlük adına artık insanlıktan anlayabileceği ne varsa, özgürlükte elde edebilecek ne varsa, ulusallıktan anlayabilecek ne varsa, demokratlıktan anlayabilecek ne varsa ve nasıl bütün yönleriyle yaşam diye bellediği, belleyebileceği ne varsa onun toplamından ibaret olması için büyük özen gösterdim. Bir yaşam tarzı oluyor PKK. Herhangi bir parti değil, özellikle bağımsızlığına, özgürlüğüne değer veren Kürdün, Kürdistanlının insanca tarzı oluyor. Gerçekten bütün yönleriyle böyle olması için ne lazımsa onu yapıyor. Biz en olumsuz koşullardan alıp bu günlere ulaştırdık. Gerisini kendiniz için yapın, kendi başınıza bela olmayacak kadar kendinizi yaşatın. Saygılı olun yeter. Onu da yapamazsanız ne yapabilirsiniz.

BÜYÜK SAVAŞMANIN İMKANLARI

‘Fazla direnemeyiz, isyan ettik ama yenildik’ söylemini önlemenin zamanıdır. Görüyorsunuz ki, Newroz günleri daha derinlikli bir düşünceyle ve onun büyük hazırlığıyla karşılanabilir. Kurtuluşa çok yakın günler haline getirilebilir. Kendi şahsımızda onu biraz kanıtlamaya çalıştık. Ben de bir çocuk iken bayrama şen-şakrak, rengarenk elbiseler içinde ve oldukça da türkülerle girmek isterdim. Halen sözcükler kulağımda vızıldıyor. Ama türküye ihanet etmemek için, coşkuya ihanet etmemek için bu kadar düşünmek zorunda kaldım. Elimi kana bulaştırmak zorunda kaldım. Başka türlü bayram olmuyor. Gerçekçi olmanın zamanıdır, öyle olmaya çalışıyoruz. Bu Newroz yılı madem düşüncede ve hazırlıkta bu kadar büyük kılınmış, o halde büyük yaşanacaktır, büyük savaşarak yaşanılacaktır. Büyük savaşmanın imkanları hiçbir zaman bu kadar gelişkin değildi. Böyle karşılanarak bu yıl özgürleştirilecektir. Engeller nereden gelirse gelsin, imha seferleri nereden ve nasıl başlatılırsa başlatılsın, düşman hangi uğursuz ve çok haksız, barbar, imha amaçlı seferlerini düzenlerse düzenlesin, hepsine karşılık ayakta kalma ve bu yılı daha fazla bir özgürlük yılı haline getirme imkan dahiline sokulmuştur. Böyle dinleyenlere de benim sözüm budur. Bayram anlayışım, herşeyi vaat etmiyor. Ama yapılanlara bakıldığında ve bir talihsizlik olmazsa bu hazırlıklar özgürleştirmek için idealdir. Biliyorum ki bu Newroz yılı hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar, hiçbir yılla ölçülemeyecek kadar büyük özgürlük, kazanım yılıdır. Savaşla kazanım yılıdır. Newroz’u böyle karşıladık, böyle savaşla karşıladık ve bu savaş biraz özgürleştirdi. Daha fazla özgürleştirecektir. Ben tekrar bu temelde tüm halkımızın ve arkadaşların Newroz Bayaramı’nı kutluyorum.

 

 

Bunları da beğenebilirsin