Kurumsallaşan faşizm din’leşen faşizmdir

NAHİDE ERMİŞ

Erdoğan, yakın bir geçmişte Almanya’ya yaptığı bir ziyarette, Türklerin düzenlediği bir etkinlikte, Almanya’da bulunan Türk kökenli vatandaşlarının kendi anadillerinde eğitim görememesini ve okul okuyamamasını faşizm olarak değerlendirmişti. Oysa Erdoğan’ının ülkesi tam 100 yıldır bu faşizmi hem de en katmerli şekilde Kürt halkına uygulamaktadır. Dolayısıyla Alman hükümetinden kendisine,  “Bizim yaptığımız Faşizm ise, senin ülkende Kürtlere karşı tam yüz yıldır bu faşizmi uygulanıyor’’  demesi beklenirdi.  Bunu demediler, diyemediler. Sineye çektiler, çünkü ortak çıkarlarının zarar görmesini istemediler.

Ne yazık ki, Türkiye’de kurumsallaşan faşizmin başı olan Erdoğan hala iş başında. Toplumun tüm demokratik dinamiklerine can hıraç biçimde saldırmaya da devam etmektedir. Hal böyleyken defalarca birçok Avrupa liderini faşizm uygulamakla suçlamaktan geri durmamaktadır. Ancak şimdiye kadar Erdoğan’ın bu suçlamalarına en ufak bir tepki dahi gösterilmedi. Elbette bunun kapitalist dünyada ve devletler arası ilişkilerde bir izahatı vardır. Zira söz konusu büyük çıkarlar olunca, kusurların ve sessizliğin maddi sebepleri de aşikâr olur. Kaldı ki, söz konusu Kürtler ve özgürlükleri olunca, Lozan’ın mimarları daha derin çıkarlar uğruna sesiz kalmayı, her türlü hakareti yüzyıllık politikanın gereği sayarlar.

Kürtler, doğuştan gelen anadil, kimlik ve özgürlük haklarını (ki bunun içerisinde anadilin yanı sıra bilim ve aydınlanma, yani eğitim ve öğretim hakları da vardır) ancak ve ancak kendi öz güçlerine dayanarak elde edebileceklerinin gayet iyi bilincinde ve farkındadırlar. Bunun içinde sistemsel değişim ve dönüşümleri kendi öz güç ve örgütlülüklerine dayanarak yapmayı esas alan bir direniş ve mücadele gerçeğine sahiptirler. Kürt halkı demokratik büyümeyi her şart ve koşul altında sağlamış, bununla birlikte kendi yapısal sorunlarını geleceğe ertelemeden büyük bir kararlılık ve iç mücadeleyle çözmek konusunda büyük başarılar elde etmiş, çağın en büyük diyalektik silahı olan özeleştiriyi devrimci bir kazanım olarak kültürüne eklemeyi başarmıştır. Böylelikle dört parça Kürdistan başta olmak üzere Ortadoğu’da değişim ve dönüşümün, demokratik birlik ve özgür yaşamın lokomotifi olmuş, bunu Rojava devrim gerçekleştirdiği tüm dünyaya en somut haliyle göstermiştir.

Bu noktada bir kez daha, elindeki zor aygıtlarına dayanarak halkımızın onurlu mücadelesini bastırmanın ve kriminalize etmesinin mümkün olamadığını ve olmayacağını söylemek gerekir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşundan bugüne faşist, sömürgeci ve soykırımcı bir anlayış ve zihniyetle kendini kurgulamış, anayasa ve yasalarını buna göre oluşturmuştur. Bir halkın kendi anadilinde eğitim görmesini anayasa ve yasalarla engellemek faşizm değil ise nedir? Bu açıdan aslında T.C devletinin dini İslam değil, faşizmdir. Maalesef ki bugün Türkiye toplumunun büyük çoğunluğu bu dine iman etmektedir. 20 yıllık Erdoğan iktidarı döneminde, faşizm ülkede hiç olmadığı kadar kurumsallaşmış, devletin tüm organlarına nüfuz etmiştir. Bunun en açık ve somut halini geçtiğimiz aylarda diyanet işleri bakanının uygulamalarında gördük, görmeye devam ediyoruz. Eskiden, alışık olduğumuz üzere gerilla cenazelerinin dini vecibeleri diyanette bağlı imamlar tarafından yerine getirilmezdi. Bir gerilla cenazesinin dini vecibelerini yerine getirmek için ya bedel ödemeye gönüllü bir Kürt ya da devrimci bir iradeye, yüksek bir inanca, sağlam bir kişilik ve cesur bir yüreğe sahip olmak gerekirdi. Ancak, gerillanın ölüsüne dahi düşmanlıkta sınır tanımayan diyanet, şöyle veya böyle bunu bir itaatsizlik olarak görür bedel ödetmede adeta emniyet güçleriyle yarışırdı. Şimdi ise, devlet eliyle halka uygulanan zulüm ve baskılara karşı direnen, toplumsal hak ve özgürlüklerin biyolojik yaşamın tüm unsurları için olduğu kadar insan yaşamı içinde vazgeçilmez olduğunu savundukları için esir alınarak tutsak edilen yüreklere uygulanmaktadır. Cezaevinde yaşamını yitiren siyasi tutsakların cenazeleri ailelerinden kaçırılarak hiçbir dini vecibesi yerine getirilmeden toprağa verilmektedirler. Aksi olduğunda imam ve cemaatte yer alan her kesin toplu olarak gözaltına alındığına ve hatta bazılarının tutuklandığına tanık oluyoruz. İş öyle bir boyuta vardırılmış ki Kürt isen kendi ölene taziye bile kuramazsın denilmektedir.!!! İşte Türkiye toplumunda bu faşist ve kafa tasçı uygulamalara ne yazık ki ciddi boyutlarda rıza üretilebiliniyor. Kürt düşmanlığı üzerinden toplumsal değer ve ahlak yitiminin üzeri örtünerek, açlık sınırında yaşayan toplum milliyetçi ve ırkçı politikalarla histerik bir ruh hali içerisinde tutuluyor. Adeta toplumun durup düşünmemesi için, durmadan ateşe benzin dökülüyor. Yüzde doksan histerik ve ne yaptığını bilmeyen bir toplumsal ruh hali yaratılmış, bu anlamıyla toplum her an patlamaya hazır serseri bir main haline getirilmiştir.

Dolayısıyla diyebiliriz ki, Türkiye toplumunun önemli bir çoğunluğu, 21.yy’da Kürtlerin varlık, özgürlük ve demokratik haklarına saygı duymak yerine, milliyetçi ve soykırımcı zihniyete teslim olmuş durumdadır. Elbette ki, kendi oligarkları tarafından her türlü baskıya, zulme ve adaletsizliğe maruz kalmalarına rağmen, Kürt düşmanlığından vazgeçmeyen bu şizofreni halinden anlamlı tepkiler beklemiyoruz. Ancak Kürtler,  kendilerini demokrat, aydın ve sosyalist olarak tanımlayan tüm toplumsal kesimleri, Kürt halkının mücadele dinamiklerine ve en değerli evlatlarına uygulanan soykırıma karşı sessizce ve korkakça seyreden hallerini sorguluyor…

Bugün cezaevlerinde rehin tutulan binlerce Kürt siyasetçi ve devrimciye uygulanan zulmün arşa kadar çıktığına tanık oluyoruz. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti’nde Faşizmde zirveyi görme şerefi Erdoğan hükümeti ve şürekâsına nail olmuştur.

Malum olduğu üzere Türkiye’de tüm bakanlıklar “Faşizm dini başkanlığına’’ bağlıdır. Bu bakanlıklar,  Erdoğan’dan aldığı direktiflerle hareket ederek suç işlerler. Bu nedenle toplumsal ahlak ve değerler konusunda yaşanan erozyon beraberinde toplumsal bir çöküş ve körlük durumu ortaya çıkarmıştır. Toplumsal sağlığı özgürlüğünden daha öncelikli hale gelmiş bir toplumdur Türkiye toplumu.

Dolayısıyla büyük bir riyakarlık, münafıklık ve oportünizm örneği göstererek, devletinali çıkar ve menfaatleri uğruna kutsal İslam inancını her türlü pazarlayan çakma İslamcı Erdoğan “Tanrılar panteonundan’’ düşmek üzeredir. Erdoğan’ın bu iki yüzlülüğünü açığa çıkarıp teşhir eden, Kürt halkının samimi inancı ve özgürlük tutkusudur. Bu gerçeğin gayet farkında olan Erdoğan ve yakın şürekâsı, kuyruğu koparılmış yıllan gibi can havliyle Kürtlerin tüm kazanımlarına saldırarak Kürtlerden intikam almak istemektedir. Erdoğan’ın kuyruk acısı ebetteki kaybetmek üzere olduğu devlet imkanlarıdır. Aslında, Kürtlere karşı açmış olduğu savaşta kendinden öncekiler gibi kaybettiğinin gayet iyi farkındadır. ‘’Niceleri geldi, neler istediler, sonunda dünyayı bırakıp gittiler.  Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler’’ diyor Ömer Hayyam.

Evet, Erdoğan da gidecek, hem de onu Kürtler gönderecek.

Bunları da beğenebilirsin