Öcalan: 12 Eylül bir hakikat sınavıydı 

12 Eylül 1980 askeri darbesini “NATO Gladyosunun en önemli eylemlerinden biri” şeklinde değerlendiren Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürt Özgürlük Hareketinin darbeye karşı duruşunu ve kendisinin bu cuntaya karşı tutumuna ilişkin, “Eğer dayanmayıp kaçışla karşılasaydım, bağlanmak istenilen Kürt gerçekliği büyük darbe yiyecekti” ifadelerinde bulunuyor. 

Önder Abdullah Öcalan’ın 12 Eylül askeri cuntasına ilişkin değerlendirmesi şöyle: 

12 Eylül 1980 darbesi hakikat açısından önemli bir sınavdı. Dayanmak ve gelişmek, bağlanılan gerçeğin hakikat olarak değerini kanıtlayıcı argümanlardı. Eğer dayanmayıp kaçışla karşılasaydım, bağlanmak istenilen Kürt gerçekliği büyük darbe yiyecekti. 

12 Eylül askeri darbesi NATO Gladiosunun en önemli eylemlerinden biridir. Bu döneme kadar NATO ve Türk Gladio’su iç içe ve diğer güvenlik güçlerinden hem bağımsız hem de onların üstünde rol icra etmektedir. 

12 Eylül askeri darbesinin uygulamaları, Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere cezaevlerine doldurulan insanlara yönelik korkunç işkenceler ve tümüyle toplama kampına dönüştürülen toplumsal yaşam alanları bir an önce yeni stratejik hamleyi başlatmayı gerektiriyordu. İdamlar devredeydi. Ölüm oruçları başlamıştı. Ne yapılacaksa tam zamanıydı. Tarih gecikmeyi affetmezdi. Zaten öz savunma niteliğindeki eylemlilikler hiç durmadı; azalıp çoğalan bir seyir halinde hep devam etti. Yapılması gereken bu eylemliliği daha üst bir noktaya sıçratmaktı. Bunun hazırlıkları da fazlasıyla gerçekleştirilmişti. 

PKK’Yİ TASFİYE ETMEDE AKTİF ROL OYNADI 

Gladio hareketinin bir numarası olarak ABD, baştan itibaren hem 12 Eylül faşist darbesinin desteklenmesinde ve tüm demokratik ve sosyalist güçlerin tasfiyesinde, hem de bu hareketlerin bir parçası olan Kürt Hareketi’ni ve PKK’yi tasfiye etmede aktif rol oynadı. 1984’ten sonra uygulanan tüm askeri imha operasyonlarını destekledi. Diplomatik ve politik tecrit uyguladı. En kapsamlı Gladio eylemi olarak PKK Başkanı Abdullah Öcalan’ın tasfiye edilmesinde tüm NATO ve reel sosyalist sistemi kullandı. Türkiye’yi Suriye’nin üzerine saldırttı. İsrail de zaten bu politikanın bizzat hazırlayıcısı ve ustaca uygulayan gücüydü. Suriye bu kapsamdaki tasfiye hareketlerine karşı uzun süre direndi. Ama sonunda onlar da, Rusya da ulus-devlet çıkarları gereği bazı gizli anlaşmalarla hâkim sistemle uzlaşmaktan geri kalmadılar. Esas belirleyici hegemonyanın ABD önderliğindeki kapitalist modernite sistemi olduğu bu tasfiye sürecinde bütün çıplaklığıyla kanıtlandı. 

12 EYLÜL’ÜN İKİNCİ CUMHURİYET’İNİN AKP’Sİ 

Gladio savaşlarının ikinci dönemi 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle başlar ve 1985 yılına kadar devam eder. ABD Elçiliği’nin tezgahlayanları için “bizim çocuklar iyi iş başardı!” diye takdirlerini ifade ettiği bu darbenin kısa dönem için amaç ve sonuçları bilinmektedir. Darbenin amacı başta sol güçler olmak üzere içteki tüm muhalif hareketlerin ve şikayet odaklarının susturulması ve tasfiye edilmesi, yerine rejim anayasası gereğince küresel finans kapitalin hegemonyasına bağlanmış, ihracata (dış sömürüye açılma) dayalı bir ekonomik düzenle Türk-İslam ideolojisine dayalı yeni bir sosyal, siyasal ve kültürel faşist sistemin tesis edilmesidir. Bu öyle yansıtılmak istendiği gibi Türk iç güvenlik güçlerinin güdümünde gerçekleştirilen bir sistem değildir. Gladio’nun 1960’lar sonrasında yoğunlaşan ve 12 Mart muhtırasıyla tırmandırılan savaşlarının doğal bir sonucudur. Belirleyici olan NATO’nun, Gladio’nun merkezi ve Türkiye uzantılarıdır. 

AKP’yi 12 Eylül rejiminin ideolojik, politik, ekonomik ve kültürel kurumlaşması olarak değerlendirmek daha gerçekçidir. Birinci Cumhuriyet’in CHP’si neyse, 12 Eylül’ün İkinci Cumhuriyet’inin AKP’si de odur. AKP hegemonik iktidarını kendi anayasasıyla (Aslında 12 Eylül anayasasının liberal versiyonudur) taçlandırmak istemektedir. 2011 seçimlerinin temel hedefi budur. 

12 Eylül faşizmi dil yasağı gibi tarihte örneği olmayan bir uygulamayla aslında daha önceleri örtülü yürütülen Kürtlerin kimliksel imhasını açıktan yürütüp sonuçlandırma kararındaydı. Kürtler için tek varoluş yöntemi savaştı. Zaten kendini ifade etmenin diğer yolları tümüyle kapatılmıştı. Kapatılma derken diğer grupları kastetmekteyim. Kürtler için hiçbir biçimde ne varlığını kanıtlama ne de özgür yaşama imkânı bırakılmıştı. Ne pahasına olursa olsun, sonuç nasıl gelişirse gelişsin, savaş sadece varoluşun ve özgür yaşama şansının tek yolu değil, âdeta ayakta kalmanın ilacı gibiydi. Nitekim diğer güçler bu araca layıkıyla başvuramadıkları için gündemden, toplumsal yaşamdan düşmüşlerdi. Temsil ettikleri gerçeklik onları yaşatmaya yetmemişti. 

TASFİYE PLANININ ARKASINDA TÜM İTTİFAK GÜÇLERİ VARDI 

12 Eylül askeri darbesinden beklenen, içteki gelişmelere ilişkin olarak Kürt-Türk, sağ-sol, Alevi-Sünni ayrımı yapmadan, kontrolü dışında olan tüm güçleri tasfiye etmekti. NATO Gladiosu’nun Türkiye kapsamında da 1960’lardan itibaren yoğunlaşan denetimi 12 Eylül 1980 darbesiyle zirve yapmıştı. Dolayısıyla tasfiye planının arkasında tüm ittifak güçleri vardı. Böylelikle kuruluşundan itibaren Cumhuriyet’e biçilen rol, ufak değişikliklerle esas olarak devam etmekteydi. 

Türkiye Cumhuriyeti’nde 12 Eylül askeri darbesiyle resmi ideoloji haline getirilen Türk-İslâm sentezi aslında ABD ve İngiltere patentli bir çıkıştı. O dönemdeki İran Devrimi ve Afganistan’daki Sovyetler Birliği İşgali (1979-1980), ABD ve İngiltere ağırlıklı hegemonik sistemi bu gelişmeler karşısında TC üzerinden tedbir geliştirmeye zorladı. Sonuç Türkiye devrimci mücadelesinin acımasızca bastırılması ve Kürdistan’da soykırım uygulamalarının derinleştirilmesiyle birlikte Ortadoğu’nun güvenilir jandarması olmaktı. Türk devlet rejimi bu amaç kapsamında bütünüyle Gladiolaşmıştı. Olan aslında gizli NATO ordusu Gladio’nun kapsamlı biçimde kullanılmasıydı. Bugün Irak ve Afganistan’da yaşanan savaşı da aslında ilk defa Türkiye’de harekete geçirilen bu Gladio aygıtları yürütmektedir. Son NATO Zirvesi bu savaş konseptini NATO’nun yeni resmi stratejisi olarak ilan etmeye (2010 sonlarındaki Lizbon Zirvesi) hazırlanmaktadır. 

12 Eylül darbesi NATO Gladio’sunun en kapsamlı eylemiydi. Tüm Ortadoğu halklarının devrimci-demokratik eylemlerini kalıcı bir biçimde bastırmakla görevliydi. Günümüze kadar bu rolünü sistemin tüm sivil faşist odakları ve yarımiliter unsurlarıyla birlikte yürütmeye çalışmaktadır. İktidar ve muhalefetiyle tüm siyasal partiler aynı çarkın birer dişlisi olarak en önemli rolü oynamaktadır. 

KAYNAK: Abdullah ÖCALAN – Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü 

Bunları da beğenebilirsin