Önder Öcalan’ın İran için önerileri: Demokratik Modernite 

Önder Öcalan, İran’da yaşanan sorunların çözümüne yönelik demokratik konfederalizm projesine işaret ederek şu önemli değerlendirmeleri yapıyor; “İran toplumsal sorunlarında demokratik modernite kuramı yetkince uygulandığında önemli çözümleyici sonuçlara yol açabilir. Tüm merkeziyetçi çabalarına rağmen alttan altta adeta bir federal İran da yaşanmaktadır. Demokratik uygarlık unsurlarıyla federalist unsurlar (Azeriler, Kürtler, Araplar, Beluciler, Türkmenler) buluştuğunda İran Demokratik Konfederasyon projesi anlam kazanabilir. Ve rahatlıkla çekim merkezi olabilir.” 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999’dan bu yana 23 yıldır İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Ortadoğu’daki sorunlara ve çözümlerine ilişkin önemli öneri ve değerlendirmelerde bulunuyor. Değerlendirmelerinde Ortadoğu’daki sorunları tespit ederek çözüm önerilerini sunuyor. Önder Öcalan, Ortadoğu toplumlarında son 200 yıldır ulus devlet ve milliyetçilik eğilimlerinin yükseldiğini ve bunların iddia edildiği gibi ulusal sorunları çözmediği gibi aksine tüm sorunların büyümesine yol açtığını söylüyor. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, ‘Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü’ isimli dördüncü savunması ve ‘KÜRT SORUNU VE DEMOKRATİK ULUS ÇÖZÜMÜ Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak’ isimli beşinci savunmasında demokratik modernite temelinde çözüm yolları ve İran’daki durumla ilgili önemli tespit ve değerlendirmelerde bulunuyor. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İran’la ilgili değerlendirme ve görüşleri şu şekilde; 

“İran devlet geleneği, Türkiye Cumhuriyeti gibi minimalizme çekilmeyi kolayca kabul etmemektedir. Modern çağdaki İran Şahlığı bile Cumhuriyet’ten daha çok minimalizme karşı direndi. 1979 İran İslam Devrimi, Ortadoğu’ya özgü sınırları çizilen ulus-devlet minimalizmine ve denge sistemine karşı önemli bir tavır geliştirdi. Başından itibaren İsrail hegemonyasına karşı kendi hegemonyasını dayattı. Türkiye Cumhuriyeti ve Arap ulus devletleri İsrail’i mümkün kılan ulus-devlet sisteminin meşruiyetini kabul etmiş oldukları halde, İran İslamî Devrimi, tüm tutarsızlığına rağmen, çizilen statüyü olduğu gibi kabul etmemiş, karşı hegemonyayı oluşturma çabasına girişmiştir. Günümüzde gözlemlenen İran-İsrail gerginliği sadece iki ulus-devlet arasında olmayıp, hegemonya peşinde koşan iki güç sistemi arasında cereyan etmektedir. 

Hegemonya peşinde koşan ikinci bir güç olması nedeniyle İran üzerinde daha yakından durmak gerekir. Savunmanın diğer ciltlerinde de bahsettiğimiz gibi, İran devlet geleneğinin kökeni Med Konfederasyonu’na kadar (M.Ö. 1000-550) gitmektedir. Med-Kürtlerle benzer bir kültürü paylaşmaktadır. Zerdüştlük ve Mitraizm, bu kültürün tarihte varlığını duyuran iki önemli kaynağıdır. İlk İranî devleti olan Pers İmparatorluğu tamamen Med Konfederasyonu’nun taşıdığı izler üzerinde kurulmuştur. Bir nevi Medlerin de başat rol oynadığı bir imparatorluk aşamasıdır. İlkçağ köleliğinden antikçağ (M.Ö. 1000-500) köleliğine geçişte temel rol sahibidir. Grek ve Roma antik köleciliği varlığını Pers-Med yayılmacılığına borçludur. İskender fetihleriyle başlayan Helenistik Çağ (M.Ö. 300-M.S. 300), Doğu-Batı kültürü arasında yaratıcı bir sentezi ifade eder. Roma ile Partlar ve Roma (Bizans) ile Sasaniler (yaklaşık M.Ö. 100 – M.S. 630) arasında yüzlerce yıl süren dünya hegemonya savaşlarının yarattığı derin bunalım, İslamiyet’in hegemonik güç olarak yükselişiyle sonuçlanmıştır. İran devlet geleneği İslamî fetihlerden Safevi Hanedanlığı’nın kuruluşuna kadar geçen (M.S. 650-1500) yaklaşık bin yıllık süre boyunca kendi kültürüne yabancı Arap, Türk ve Moğol Hanedanlıkları tarafından temsil edilmiştir. Şiilik Safevi Hanedanlığı’yla devlet ideolojisi haline gelmiştir. Modern İran’ın temelleri bu dönemde atılmıştır. Kürdistan üzerinde Osmanlı İmparatorluğu’yla giriştiği hegemonik savaş, 1639 Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla sonuçlanmıştır. Kürdistan modern çağa girişte ilk defa bu anlaşmayla ikiye bölünmüştür. Kürdistan’da modern bir devlet oluşumu bu bölünmeyle önemli darbe almıştır. Kürt beyliklerinde iç özerklik temelinde hegemonik güçle ortak yaşama politikası iyice yerleşmiştir. 

Birkaç hanedan değiştiren İran devleti, Birinci Dünya Savaşından sonra tıpkı Türkiye Cumhuriyeti ve Afgan Şahlığı’nda olduğu gibi İngiltere’nin hegemonik hesapları sonucu modern bir ulus-devlet olarak yeniden inşa edilmiştir. Tıpkı M. Kemal’le uzlaşıldığı gibi, Rıza Şah’a da iktidar minimal bir İran karşılığında tevdi edilmiştir. İngiltere bu dönemde minimize ettiği Türkiye Cumhuriyeti, İran ve Afgan Şahlığı’nı Sovyet Rusya’nın güneye iniş yolu üzerinde birer tampon ulus-devlet olarak kurgulamış ve tesis etmiştir. Bu alanları klasik sömürge rejimlerine dönüştürmemesi güçsüzlüğünden değil, Sovyet Rusya’nın yayılmasından çekindiği içindir. Tampon devlet politikası, 19. yüzyılın başlarından günümüze kadar genellikle başarıyla uygulanan bir İngiliz sistemidir. Rıza Şah Hanedanlığı İran kültür geleneğini bir tarafa bırakan Batı taklidi bir modernite programı uyguladı. Önce İngiltere, sonra ABD ve hatta İsrail’in uydu bir rejimi olarak ayakta tutulmaya çalışıldı. Ortadoğu ulus-devletlerinin uydu devlet niteliği en açık biçimiyle son Pehlevi Hanedanlığı’yla sergilenmiştir. Asker ve polis gücüyle ayakta tutulan bu devletler, hegemonik gücün desteğini çekmesiyle bir günde devrilmişlerdir. Pehlevi Hanedanlığı’nın sonu da böyle olmuştur. 1979 İran İslam Devrimi siyasi olduğu kadar kültürel bir devrimdir. Bu devrim gücünü sadece Şii ulemanın örgütlenmesinden almadı; tersine esas gücünü İran halkının kökleri tarihin derinliklerinde olan toplumsal kültüründen aldı. Devrim başlangıçta tıpkı Fransız, Rus ve Anadolu Devrimlerinde yaşandığı gibi demokratik ulusal nitelikteydi. Geniş bir demokratik ulusal güçler ittifakına dayanıyordu. Komünistlerden, Şii ümmetçilerinden ve başta Kürtler olmak üzere diğer İranî halkların yurtsever kesimlerinin geniş dayanışmasından kaynaklanan demokratik ulus ittifakı zaferin esas sahibiydi. Ama tarihsel ve toplumsal yönetim geleneği daha güçlü olan Şii ulema ve orta tüccar (bazar) zümresi, kısa süre içinde kendi hegemonyasını kurdu. Diğer müttefiklerini acımasızca ezdi. 1920’lerin Türkiye Cumhuriyeti’nde de benzer hegemonik bir süreç yaşanmıştı. Devrimin demokratik ulus temeli Şii ulema tarafından saptırılsa da, özünde kapitalist moderniteye aykırılık teşkil etmekteydi. Şii oligarşi tarihsel ve kültürel anlamı oldukça büyük olan bu anti-kapitalist birikimi kapitalist sistemin hegemonik güçlerine karşı varlığını meşrulaştırmada bir koz olarak kullanmak istedi. Halen de bu temelde kullanmak istemektedir. İran oligarşisinin tüm uğraşısı, devrimin anti-modernist (anti-kapitalist) temelini Batılı hegemonik güçlere karşı bir silah olarak kullanıp, Ortadoğu ulus-devlet dengesinde onaylanmış ve itibarlı bir konuma yerleşmektir. Farklı bir modernite anlamında, özünde kapitalist moderniteyle çelişkisi yoktur. Sistemle var olan çelişki, tıpkı Arap ulus-devletlerinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci ve ikinci aşamalarında taktik hesaplarla sistem içinde azami pay elde etme, onaylanma ve desteklenme karşılığında yararlanmalarına benzer bir amaçla kullanılarak, aynı sonuçlar elde edilmek istenmektedir. İran geleneğinde güçlü bir konumda olan bazar’ın tipik tüccar pazarlığı söz konusudur. İran’da çelişki de tam bu noktada başlamaktadır. Güçlü kültürel gelenek, kapitalist moderniteyle uzlaşmış bir Şia oligarşisini de kabul etmemektedir. Dolayısıyla İran’daki çelişkinin iki alternatif modernite arasında bir mücadeleye dönüşme şansı her zaman vardır. Türkiye ve Arap ulus-devletlerinde olduğu gibi kolayca tasfiye edileceğe de benzememektedir. 

Ağırlıklı olarak söylem düzeyinde sürdürülse de, İran oligarşisi günümüzde İsrail’le Ortadoğu üzerinde hegemonik bir çatışmaya girişmiş bulunmaktadır. Özellikle nükleer çalışmalarını bu amaçla ikinci bir koz olarak kullanmaya çalışmaktadır. Şia geleneği tarihte de hegemonya peşinde koşmuştur. Arkasında binlerce yıllık hegemonik bir İran’ı silah olarak tutmakta, fakat kapitalist modernite koşullarında gücünü abartmaktadır. Sistemin azami küreselleştiği bir çağda, eğer köklü modernite tercihine yönelmezse, İran Şia oligarşisinin başarı şansı çok zayıftır. Kendisini BRIC ülkelerine (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) benzeterek blok oluşturma hesapları da yapmaktadır. AKP’nin İkinci Cumhuriyeti ile de anti-PKK temelinde kurmaya çalıştığı ittifakı Suriye ile birlikte genişletmek istemektedir. Tüm bu hesapların hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Diğer bölge ulus-devletleri gibi, İran ulus-devletinin önünde de sorunlarını iki eksenli çözme yolu vardır. Birinci eksenin çözüm vaadi, tıpkı Şahlık rejimi gibi sistemle uzlaşmaktır. Aslında Şia oligarşisi buna hazırdır. Ama sistem kendisini olduğu gibi kabul etmemektedir. Fakat yürütülen uzlaşma görüşmeleri ya barışçı yolla ya da savaş yoluyla kapitalist hegemonik güçler lehine sonuçlanmak durumundadır. İkinci eksende sorunların çözümü gündeme girdiğinde, sistemden radikal bir kopuş söz konusu olacaktır. Bu da hem Şia oligarşisi hem de Batılı hegemonik güçler (başta İsrail) çözümsüz ve güçsüz kaldıklarında, devreye girmesi kaçınılmaz olan demokratik modernite çözümü olacaktır.” 

Önder Öcalan, Fars ulusuyla ilgiliyse şunları söylüyor; “Fars veya İran ulusal toplumundaki sorunlar tarihsel uygarlıklardan ve son iki yüz yılın kapitalist modernite girişimlerinden kaynaklanmaktadır. Sümer rahip ideolojisinin üç türevinden de etkilenmiş bir uygarlık geleneği vardır. Zerdüşt ve Mitra geleneği orijinal kimliği oluşturmalarına karşın, İslam türeviyle etkisizleştirilmişlerdir. Üçlü türevin (Musevilik, İsevilik ve Muhammedilik) ve Grek felsefesi ekolünün bir sentezi olarak ortaya çıkan Manicilik, resmi uygarlık ideolojisi karşısında etkili olamamıştır. Daha doğrusu isyancı geleneği beslemekten öteye gidememiştir.” 

İran’ın İslami geleneği Şia mezhebine dönüştürerek son dönem uygarlık ideolojisi olarak uyarladığını belirten Önder Abdullah Öcalan, şöyle devam ediyor; “Günümüzde de kapitalist modernitenin unsurlarını Şia süzgecinden geçirerek (Çin Konfüçyüzminin modernist biçimi olarak) modernleşmeye çabalamaktadır. İran toplumu hem etnik, hem dini açıdan çok kimlikli nitelikler itibariyle zengin bir kültüre sahiptir. Ortadoğu’nun tüm ulusal ve dinsel kimliklerine ev sahipliği yapmaktadır. Çoklu kimlikleri tek başına soycu veya dinci ideolojik hegemonyalarla bir arada tutmakta zorlanmaktadır. Çok ince bir tarzda dinci ve soycu bir milliyetçilik biçimi uygulamaktadır. Öte yandan kapitalist moderniteyi uyguladığı halde anti-modernist propagandaya da işine geldiğinde başvurmaktan geri durmamaktadır. Devrimci ve demokratik gelişimleri geleneksel uygarlık kültürü içinde eritmekte ustalaşmıştır. Despotik bir rejimin ustaca uygulanması söz konusudur. Ortadoğu’nun bünyesi çelişkili en gergin devlet ve toplumların başında gelmektedir. Petrol kaynakları gerginlikleri kısmen yumuşatmaya yol açsa da İran ulus-devletçiliğinin varlığı, dağılmaya en müsait konumda yaşamaktadır. Bunda kapitalist modernitenin baş aktörleri ABD-AB hegemonyacılığıyla yaşadığı uyumsuzluklar da oldukça etkilidir.” 

Demokratik Konfederasyon Projesi 

Önder Öcalan, İran’daki sorunların çözümü için demokratik konfederasyona işaret ederek şu önemli değerlendirmelerde bulunuyor; “İran toplumsal sorunlarında demokratik modernite kuramı yetkince uygulandığında önemli çözümleyici sonuçlara yol açabilir. Tüm merkeziyetçi çabalarına rağmen alttan altta adeta bir federal İran da yaşanmaktadır. Demokratik uygarlık unsurlarıyla federalist unsurlar (Azeriler, Kürtler, Araplar, Beluciler, Türkmenler) buluştuğunda İran Demokratik Konfederasyon projesi anlam kazanabilir. Ve rahatlıkla çekim merkezi olabilir. Kadın özgürlük hareketi ve komünal geleneklerin de bu proje kapsamında önemli rolleri olacaktır. İran’ın geleceği ve Ortadoğu’daki tarihsel rolünü yeniden kazanması ancak demokratik modernite unsurlarıyla (demokratik, ekonomik ve ekolojik toplum) bütünleşmesi ve çıkış yapmasıyla mümkündür. İran ulusal toplumunun potansiyeli bunun için yeterince güçlü olduğu gibi İran Demokratik Ulus gerçeği de bunu gerektirmektedir. 

Acem ulus-devlet oluşumunda aynı oyunları görmek daha ibret vericidir. Pers uygarlığından beri iktidar sanatında kazandıkları ustalığı modernite döneminde işbirlikçilik temelinde daha da geliştirmişlerdir. Denilebilir ki uygarlık aldatmacalarıyla modernite aldatmacalarını (Şia milliyetçiliği) iç içe kullanmalarında Çinlilerle yarışacak güçtedir. Çinliler en vahşi kapitalizmi “komünizm” diye cilalarken İran modernistleri kapitalizm imalatı ulus-devlet putunu büyük ruhçuluk olarak “İslam Cumhuriyeti” adıyla sunmaktan utanmayacak denli pişkindirler. Güncel somutluluğuyla küresel sistemin zayıf karnı durumunda olup Iraklaşma olasılığı yüksektir. Bölgenin diğer ulus-devletleri gibi kurumsal faşizmi temsil etmesine rağmen ABD-AB hegemonyacılığının zaaflarını kullanarak ömrünü uzatmaktadır. Fakat diğerleri gibi krizin pençesinde olup Irakvari kaotik duruma yol açabilecek potansiyeli fazlasıyla taşımaktadır. 

İran ve diğer ulus-devletlerin konumu daha da problemlidir. Zaten Afganistan ve Pakistan ulus-devletçiliğin bunalımını bütün dehşetiyle yaşamaktadır. Son yüzyıllık ulus-devlet savaşları bu halklar ve kültürlerin başına belki de atom bombasından daha ağır bir felaketi getirmiştir. 

Sözü edilen halklar tarihlerinin hiçbir çağında yaşamadıkları yıkımlar, suikastlar ve komplolara uğramaktadır. İran her an atom felaketiyle de karşılaşabilir. İran kültürü başından itibaren ulus-devletçilik başta olmak üzere kapitalist modernite ile kavgalıdır. Dayatılan tüm bu unsurlara karşı direnmektedir. Çok yerel ve tarihsel bir olguymuş gibi dayatılan Şiacılığın bile bir milliyetçilik olduğunu, kapitalist modernitenin bir türevini oluşturduğunu ve İran İslamî Devriminin bu maskeyle boşa çıkarıldığını İran halkları daha şimdiden kavramakta ve ayağa kalkmaktadır. Afganistan ve Pakistan’da da yaşananlar farklı değildir.” 

Bunları da beğenebilirsin