Çiğdem Doğu: “Güneşin Sofrasında Buluşuyoruz” şiarıyla mücadeleyi büyütelim

HABER MERKEZİ

Önderlik hamlesine Zilanca yüklenip mutlaka başarmamız gerektiğini belirten KJK Koordinasyonu Üyesi Çiğdem Doğu, hamle kapsamında yapılan tüm eylemlerin “Güneşin Sofrasında Buluşuyoruz” şiarıyla ortaklaştırılıp mücadelenin büyütülmesi gerektiğin söyledi.

Çiğdem Doğu, “Bugün HPG ve YJA Star gerillası Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü, Kürt halkının özgürlüğü amacıyla profesyonel gerillacılığı esas alarak, Zîlan çizgisinde başarmayı esas alarak mücadeleyi yükseltiyor. O halde toplumsal alanda mücadelemizi yürütürken de Zîlanca, profesyonelce, fedaice ele almak, kendimizi adayarak, Önderliğin özgürlüğünde kendi özgürlüğümüzü görerek, Önderliğin özgürlüğünde Kürt halkının özgürlüğünü görerek eylem ve etkinliklerimizi gerçekleştirebilmek hamlede başarıyı getirecektir” diye konuştu.

KJK Koordinasyonu Üyesi Çiğdem Doğu, farklı tarihlerde eylem biçimleri ve duruşları ile Kürt Özgürlük Hareketi’nde özgürlük çizgisi yaratan Haziran Ayı Şehitlerini güncel gelişmelerle bağlantılı olarak değerlendirdi.  Doğu’nun Medya Haber Tv’ye verdiği röportajın tamamı şöyle:

Mücadele tarihimiz içerisinde Haziran ayı özellikle kadın fedai şehitler ayı olarak ifadesini buldu. Özellikle şehit Zîlan arkadaşın 96’nın Haziran ayında Dersim’de fedai eylem gerçekleştirmesi, elbette ki PKK gerçekliği içerisinde ortaya çıkan fedai çizgiyi zirveleştiren bir gerçeklik oldu.

Sema Yüce arkadaş zindanda, 98 Newrozu’nda fedai eylemini gerçekleştirdi. Yaralı olarak 17 Haziran’a kadar yaşadı ve 17 Haziran’da şehit düştü.

Anılarına cevap olmak onların gerçekliğini anlatmakla mümkün

Daha sonra Medya Savunma Alanlarında 2002 yılında Gulan arkadaşın şehadeti yaşandı. Heval Gulan da aslında bahsettiğimiz fedai çizgisinin kurumsallaşmasına öncülük eden bir arkadaştı. Her üç arkadaşın da Haziran ayında şehit düşmesi ve her üç arkadaşın da mücadele içerisinde öncülük rolünü oynaması, kadın hareketi ve genel mücadelemiz açısından Haziran ayını böyle bir anlama kavuşturdu diyebiliriz.

Haziran ayını kadın şehitler ayı olarak ifade ediyoruz. Öncelikle heval Zîlan, heval Sema ve heval Gulan şahsında tüm fedai şehitlerimizin anısı önünde saygıyla eğildiğimi belirtmek istiyorum. Tabii ki onların anılarına cevap olmak yaşam gerekçemiz oluyor. Anılarına cevap olmak da yaşanan bu şehadetleri, yaşanan bu fedai gerçekliğini en ileri düzeyde anlatmakla mümkündür.

Bu büyük şehitlerimiz, fedai şehitlerimiz nasıl bir anlam ifade etti mücadelemiz açısından? Hem genel, hem kadın mücadelemiz açısından hem de yurtseverlik çizgisi açısından neyi ifade etti? Nasıl bir soykırım gerçekliği vardı Kurdistan’da? Nasıl bir erkek egemenlikli bir yaşam kültürü vardı ki böylesine kahramanca bir fedailik çizgisi gelişti kadın açısından? Elbette ki bu anlaşılması gereken, daha da incelenip tartışılması ve yorumlanması gereken bir konu. Sadece entelektüel düzeyde söylemiyorum; bunun daha iyi anlaşılıp aynı zamanda bir yaşam çizgisi haline getirilmesi, aynı zamanda bir öz savunma çizgisi haline getirilmesi çok önemlidir. Bir de Önder Apo bu şehitlerimize nasıl anlam yükledi, nasıl değerlendirdi; bunları yorumlamak önemli olacaktır.

Anlamlı yaşam arayışı

Öncelikle Şehit Zîlan’ın hem Önderliğe, hem kadınlara, hem Kürt halkına ve dünya kadınlarına, insanlığa yazdığı mektupları vardı.

Heval Zîlan neden eylemini yaptı? Bu eylem hangi özgür yaşam arayışına dayanıyordu? Kadınların veya Kürt toplumunun özgürce yaşayabilmesi için yapılması gereken neydi? Esasta da Zîlan arkadaşın hem mektupları, hem eylemi, hem de bir bütün yaşam duruşu, kişilik duruşu, onun hakikati aslında. En iyi anlatan bu gerçekliktir. Heval Zîlan’ın mektuplarında en belirgin olan; özgür yaşam arayışı, anlamlı yaşam arayışı. Mesela ısrarla birkaç kere “anlamlı yaşam arayışından” bahsediyor. Büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum, anlamlı yaşamak istiyorum, diyor. Ve yine Kürt kadınlarının direniş örneği olmak istiyorum, direniş temsilcisi olmak istiyorum, diyor. Bu söylemler çok önemli, çok tarihi.

Fedai eylemler, çok kahramanlık isteyen, çok büyük yürek, cesaret, ustalık isteyen eylemlerdir. Böylesine bir eyleme yönelten gerçekliğin ne olduğunu anlamaya çalıştığımızda aslında büyük bir yaşam arayışının olduğunu görüyoruz. Herhangi bir yaşam, sıradan bir yaşam, sömürgeciliğin altında düşkünce bir yaşam, özgürlüğün, eşitliğin, adaletin olmadığı, bir kadın olarak hiçbir biçimde özgür yaşayamadığı bir gerçeklik var; bu gerçekliğin reddi söz konusu aslında. Reddediş çok radikal bir biçimde Zîlan şahsında yaşanıyor. Dolayısıyla  egemen sistemin dayatmış olduğu kölece, anlamsız bir yaşam gerçekliği var aslında. Zîlan arkadaşı zaten PKK’ye yönelten, PKK’ye katılımını sağlatan esas etkenlerden biri olarak bunu ifade edebiliriz. Mektuplarda zaten böyle bir yaşam gerçekliğini yansıttı.

Tabii ki PKK ve PKK’de Önderlik gerçeği, Önder Apo gerçekliği, esasta da özgür yaşam gerçekliğini ifade ediyor. PKK içerisinde sömürgeciliğe karşı savaş, kadının ezilmesine, sömürülmesine karşı yüklenen bir savaş gerçekliği var. Bu savaş gerçekliği anlamlı yaşam değerlerini yaratıyor.

Zîlan arkadaş tehlikeyi gördü

Bir kadın nasıl anlamlı bir biçimde yaşayabilir? Kimliği, dili inkar edilmiş, toprakları tamamen işgal altında olan, kimliğinin isminin bile söylenmesinin yasak olduğu bir ülkede yaşam hiçbir biçimde anlamlı değil. Dolayısıyla Heval Zîlan’ın anlamlı yaşam arayışı, PKK gerçekliği içerisinde anlam buldu. Ve bu da tabii ki Önder Apo şahsında yaşam bulan bir gerçekliği, hakikati ifade ediyor.

96 yılının 6 Mayıs’ında Önder Apo’ya karşı gerçekleşen bir suikast girişimi var Şam’da. O süreçte Önderliği fiziki olarak imha etmeyi amaçladılar. Suikast girişimi başarısız bir biçimde gelişti. Zîlan arkadaş temelde bir anlamlı yaşam gerçekliği ama bir de güncel anlamda 96’da Önderliğe karşı geliştirilen bu suikast girişimine karşı bir eylem arayışı içerisine girdi. Bunun hem Kürt halkı açısından, hem kadın gerçekliği açısından, Ortadoğu ve Anadolu halkları açısından nasıl bir büyük tehlike teşkil ettiğini öngördü. Bir nevi 99’da gelişen o Uluslararası Komplonun kapsamını öncesinden görebilen bir güçtedir Heval Zîlan. Bu nedenle de mektubunda öncelikle Önder Apo’ya hitap ediyor, değerlendiriyor.

Önderlik, Zîlan’ın mektubunu satır satır değerlendirdi

Önderlik ve Zîlan ilişkisi çok önemli bir nokta. Önderlik ve kadın ilişkisi olarak değerlendirmek gerekiyor. Önder Apo’ya karşı gerçekleştirilen bu suikast girişimi, Kurdistan’da özgür yaşamı, özgür kadın gelişimini, toplumun bir bütün üyeleri açısından geçerli olabilecek özgür ilişkileri hedefledi. Dolayısıyla Heval Zîlan bunun fedailiğini yaptı. Önder Apo’nun imhasını hedefleyen saldırıya karşı büyük bir fedai eylem gerçekleşirdi. Bu çok önemli bir nokta. Çünkü Kurdistan’da büyük bir soykırım savaşı, sömürgecilik savaşı var ve Önderlik bu soykırım savaşına, sömürgeciliğe karşı durmanın ve bu temelde Kurdistan’da özgür yaşamı inşa etmenin önderliğidir. Bunu gördü. O zaman Önder Apo’ya gerçekleşen bu saldırıyı bir bütün Kürt halkına ve Kürt kadınlarına karşı gerçekleşmiş bir suikast olarak ele aldı ve eylemini bunun üzerinden örgütledi. Bunun üzerinden zaferin temelini de örgütledi. Bu da çok önemli bir nokta.

Önderlik Zîlan arkadaşın mektubunu satır satır, cümle cümle okuyup değerlendirdi. Her cümlesinde bizlere ne mesaj verdi, hangi hakikati anlatmak istedi? Önderlik şunu söyledi: “Zîlan tanrıçadır”, “Benim komutanımdır” dedi. Savaş gerçekliği açısından en başarılı zafer yaratan komuta çizgisidir. Kadın gerçekliği açısından baktığımızda kendisinde özgür yaşamı, özgürlük çizgisini yaratmış kadın gerçekliğidir. Onda somutlaşmış, zafer yaratan kadın çizgisi olarak ifadelendirdi.

Nitekim Önderlik, 98 yılının 8 Mart’ında da kadın kurtuluş ideolojisini ilk defa ilan etmişti. Şehit Zîlan’ın anısına ilan etti aslında. Tabii ki bu bireysel bir şey değil. Bir bütün Zîlan arkadaş şahsında ortaya çıkan kadın özgürlük değerlerinin Kürt kadınlarına mal edilmesi, Orta Doğulu kadınlara, dünya kadınlarına mal edilmesi gibi bir değer, bir anlam ifade ediyor. Zîlan’ın dediği anlamlı yaşam arayışı kadın açısından nasıl ifadesini bulabilir? İdeolojiyle, savaş gerçekliğiyle, Önderliğe olan bağlılığıyla ifadesini bulabilir. Aynı zamanda ülkesine, topraklarına olan bağlılığıyla ifadesini bulabilir. Anlamlı yaşam soyut bir şey değil, kendi ülke topraklarında özgürce ifadesini bulabilecek bir anlama sahiptir.

Dolayısıyla kadın açısından bunu ideolojisiz yapabilmek mümkün değildir. Yurtseverlik duygusu olmadan, özgür irade, özgür düşünce olmadan, mücadelesi, örgütlenmesi, onun etik ve estetik değerleri olmadan anlamlı bir yaşam, özgür bir yaşam olabilir mi? Kadın açısından olamaz. Dolayısıyla kadın kurtuluş ilkeleri olarak ifadesini bulan bu gerçeklik, Zîlan arkadaşın anısına ortaya çıkan bir değeri ifade ediyor. Biz Kadın Hareketi olarak hem savaştaki zafer çizgisi ama hem de özgür yaşamdaki iddiası, anlamlı yaşamdaki iddiası itibarıyla heval Zîlan’ı tanrıçalaşan sembolümüz, tanrıçalaşan değerimiz olarak görüyoruz.

Bunları daha derinliğine ele alabilmek ve kadın kurtuluş ideolojisi, örgütlenme mücadele ilkesiyle her geçen gün daha da güncelleşerek, her geçen gün her sorunu ilkeler doğrultusunda yorumlayarak mücadeleyi yükseltmek, Heval Zîlan’ın anısına cevap olmak açısından çok önemli.

Sema 8 Mart’tan Newroz’a köprü oldu

Önderlik Sema arkadaşın mektuplarını da çok kapsamlı değerlendirdi. Heval Sema, heval Zîlan’ın ardılı olarak fedai eylemini gerçekleştirdi. Zindan koşullarındaydı. Heval Sema, “Dışarıda olsaydım, elbette ki zafer temelinde, özgür yaşam temelinde daha güçlü, daha farklı bir eylem yapabilirdim” demişti. Hatta heval Zîlan tarzında bir eylem… Heval Zîlan’ın izinden giderek onun tarzında yapabilirdim, demişti. Zindan koşullarında olduğu için kendi koşulları itibarıyla eylemini gerçekleştirdi. Ve Heval Sema da “8 Mart’tan 21 Mart’ta köprü olmak istiyorum” diyordu. Bu da çok önemli. Heval Sema’nın şahsında da çok büyük bir iç mücadele gerçekliği var. Kadının kendi gerçekliğini anlaması, çözümlemesi, sorgulaması, bunun üzerinden kendi gerçekliğini yaratması.

Heval Sema, mektuplarında “Kürt tarihinin bütün çelişkilerini kendi içimde yaşıyorum” diyordu mesela. Bu çok önemli bir şey. Hem Kürt tarihinin hem de aslında kadın tarihinin, kadın güncelliğinin, Kürtlük gerçekliğinin yaşadığı bu çelişki ve çatışmayı en zirvelerde yaşayarak buna karşı fedaileşen bir çizgiyi ifade etti.

Soyluluğu yaratma tanımını da yapıyor Heval Sema. Basit bir insandan büyük amaçlarla kendini yaratan soylu kadın değeri, neslini yaratıyor. Heval Sema, bu gerçekliği de çok anlamlı bir biçimde ifade etmişti.

Heval Sema, 8 Mart’tan Newroz’a bir köprü haline getirdi eylemini. Bu neyi ifade eder? Bu, kadın mücadelesiyle ulusal kurtuluş mücadelesinin bütünlüğünü ifade eder. Bunu da anlamlandırabilmek çok önemli; ki biz de kadın özgürlük çizgisinde ve mücadelemizde bunu yaşıyoruz. Gerçekliğimiz esasta bu hakikati ifade ediyor. Biz toplumdan veya Kürt halkının ulusal mücadelesinden bağımsız bir kadın kurtuluş mücadelesinden bahsetmiyoruz. Bu diyalektiği Heval Sema çok anlamlı bir biçimde ifade etti ve onda da fedai bir çizgi olarak ifadesini buldu. Bu da çok önemli.

98 yılı, aslında komplo sürecinin öncesidir. O süreçte de düşmanın çok yönlü faaliyetleri vardır ve parti içinde tasfiyeci, çeteci çizginin öne geçmesi, yürütülen bazı saldırılar, tasfiye politikaları söz konusuydu. Heval Sema da zindan koşullarındadır ama zindan koşullarında olmasına rağmen parti içinde ortaya çıkan bu tehlikeli tasfiyeci çizgiyi aslında en iyi gören ve buna karşı esas olması gereken özgürlük çizgisinin ne olduğunu çok net bir biçimde ortaya koydu.  Dolayısıyla Sema arkadaşın şahsında da bu çizgiyi anlayabilmek ve derinlikli kavrayabilmek çok önemli.

Gulan fedai çizgiyi derinleştirdi

Heval Gulan, özellikle 99 sürecinde Önderliğe yönelik komploya karşı fedai eylem yapmak için harekete geçen arkadaşlarımızdan biriydi. Daha sonra Önderlik, bu eylemlerin durdurulmasına dönük talimat verdiğinde geri geldi. Daha sonraki süreçlerde ortaya çıkan bu fedai çizginin kurumsallaştırılması, örgütlendirilmesi, süreklileştirilmesi açısından özel kuvvetler örgütlenmesine gidildi. Heval Gulan da bu örgütlenmenin öncüsü, kurucularından biridir. Gulan arkadaş bu biçimde mücadele içinde yerini aldı. Fedai çizginin geliştirilmesinde, derinleştirilmesinde, yeni yoldaşların bu kültür etrafında örgütlenmesi, bilinçlendirilmesi ve eğitilmesinde gerçekten çok önemli bir rol oynadı. Gulan arkadaş, 2002 yılında tasfiyeci güçler tarafından hedeflendi ve katledildi. Dolayısıyla bu da aslında içimizdeki fedai çizgiye, özgürlük çizgisine karşı, tasfiyecilik karşısında ortaya çıkan net çizgiye karşı bir suikast, bir katliam saldırısıydı.

Gulan arkadaşın da çizgisini devam ettirebilmek, anlayabilmek, Gulan gerçekliği etrafında fedaice yaşayabilmek, fedaice eyleme geçmek ne demek? Bunu da anlamlandırabilmek bizim açımızdan önemlidir. Fedai kadın çizgisi açısından tabii ki söylenecek çok şey var ama bir bütün şunu söyleyebiliriz. Bu arkadaşlar fedai çizgiyi daha zirveleştiren, yazdıklarıyla, ifade ettikleriyle de daha derinleştiren bir rol oynadılar.

Gerillalarımız Zîlan, Sema Yüce, Gulan çizgisinde fedailiği zirveleştirdi

Soykırım savaşı tırmandırılarak devam ediyor. Bugün hem Kuzey Kurdistan’da hem Medya Savunma Alanlarında; özellikle Zap, Metîna, Avaşîn alanlarında tekniğin, kimyasal silahların, taktik nükleer silahların en ileri düzeyde kullanıldığı bir savaş yürütülüyor. Yoldaşlarımız günlük olarak tonlarca bombardımanın altında fedaice savaşıyorlar. Diyebiliriz ki HPG ve YJA Star gerillalarımız Zîlan çizgisinde, Sema Yüce çizgisinde, Gulan çizgisinde fedailiği daha da zirveleştirdi. Günlük olarak bu savaşa karşı duran, bu savaş karşısında zafer iddiasıyla, AKP-MHP faşist rejiminin saldırılarına karşı büyük bir fedai ruhla direnmeye devam etmektedirler. Tabii ki güncel olarak da yaşanan şehadetler var. Bu vesileyle Haziran ayı şehitlerini anmak ve şehit düşen yoldaşlarımızın da anılarına cevap olma temelinde mücadelemizi sürdüreceğimizin sözünü de tekrar vermek isterim.

Rojhilatlı Zîlan Pepule arkadaş, 2006’da İran rejimi tarafından katledildi. O da bir 30 Haziran günü şehit düştü. Yine Leyla Agirî arkadaş da 2020 yılında katledildi. Leyla Agirî arkadaş da KJK Yürütme Konseyi üyemiz olan, mücadelemizin öncü yoldaşlarımızdan biriydi.

Bêrîvan Zîlan, Raperîn Amed arkadaşlarımız, yine Şaristan Asmîn arkadaşımız geçen yıl şehit düştü. Reyhan Amûdê arkadaş da geçen yıl şehit düştü. Bu arkadaşlar da Haziran ayında şehit düşen ve Zîlan çizgisinde hem yaşamayı hem mücadele etmeyi esas almış öncü yoldaşlarımızdandı.

Yine erkek yoldaşlarımızdan Fazıl arkadaş, hem 15 Ağustos hem 1 Haziran hamlesi sürecinde komutanlık etmiş, savaşı daha güçlendirme ve derinleştirmede rol oynamış yoldaşlarımızdandı. Ali Piling, Helmet, Doktor Hüseyin, Salih, Avareş arkadaşlar da Haziran şehitlerimizdendir. 1 Haziran atılımının 20. yıl dönümü vesilesiyle hem kadın yoldaşlarımızı hem erkek yoldaşlarımızı anılarına saygı temelinde minnetle anıyorum.

Haziran şehitleri açısından söylenmesi gereken çok şey var. Her bir arkadaşı anlayabilmek, anlamlandırabilmek çok önemli. Biz bu yıl KJK olarak şöyle de tartıştık ve planladık. 17 Haziran’dan 30 Haziran’a kadar tüm Haziran şehitlerimizi, özellikle de Zîlan, Sema ve Gulan arkadaşlar şahsında tüm Haziran şehitlerimizi daha derinlikli anlamak,  toplumda, ailelerde, kadınlarla, erkeklerle, gençlerle her yerde hem mektuplarını okuyarak hem anılarını anlatarak tartışmak, anlamak ve derinleştirmek açısından böyle bir kampanya sürecini geliştireceğiz.

Sema Yüce arkadaş şehit düştüğünde Fikri Baygeldi arkadaş da Sema arkadaşı komutan olarak değerlendirerek onun ardılı olarak fedai eylemini gerçekleştirmişti. Aslında o günden bu yana da Fikri Baygeldi arkadaş ve onun ardından özgür erkek arayışı içerisinde olan, bunun mücadelesini veren fedai şehitlerimiz oldu. Böyle bir çizgi, böyle bir gerçeklik, böyle bir hakikat de var mücadelemizde.

Şehitleri anlayarak kendimizi özgürleştirmeliyiz

Xebat, Zana, Rojhat ve Erdal gibi onlarca, yüzlerce erkek arkadaş var. Bu arkadaşlar da hem mektuplarında hem günlüklerinde bu fedai çizgide erkek egemenliğine karşı durmaya çalışıyor. Dolayısıyla bu yoldaşlarımızın da mücadele ve eylemleriyle, kişilikleriyle ortaya koymuş olduğu öz eleştirel duruş, bu temelde kendilerini yaratma eylemleri elbette değerlendirilmesi gereken bir durumdur.

Toplumda bunların daha fazla değerlendirilmesi önemlidir. Fazıl, Helmet, Ali Piling arkadaşlar mücadelemiz içerisinde uzun yıllar yer almış, hem savaşta hem de yaşamda kadınla doğru yoldaşlığı esas almış yoldaşlarımızdır ve örnektir. Demokratik modernite, demokratik ulus, anlamlı yaşam, yani özgür yaşam gerçekliği açısından baktığımızda bu yoldaşlarımızın her birisi gerçekten birer örnektir.

Bêrîvan, Raperîn, Leyla birlikte yaşadığımız, tanıdığımız arkadaşlarımızdır. Bu arkadaşların her biri, yine genç yoldaşlarımızın her biri heyecanıyla, coşkusuyla, enerjisiyle, Önderliğe olan bağlılığıyla bizim açımızdan model olan arkadaşlarımızdır. Toplumdaki kadınlar, erkekler, gençler; özellikle gençler çok daha fazla bu şehitlerimizi anlamlandırmalı. Anlayarak kendi yaşamını özgürleştirmeli.  Haziran şehitleri esasında bize bu hakikati anlatıyor. Bizler de bu hakikati daha güçlü bir biçimde anlayalım ve bu temelde mücadelemizi, örgütlüğümüzü daha da güçlendirelim.

29 Haziran’da Önderliğe idam kararı verilmesinin özel bir anlamı vardı. Şêx Saîdlerin idam tarihine denk getirilmesi özel olarak belirlenmiş bir yaklaşımdı. İsyanın bastırılması, Şêx Saîdlerin idamı, Bakurê Kurdistan tarihinde önemli bir süreci başlattı. Bu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Kürt soykırım tarihinin başlangıcıdır. Önderlik, 29 Haziran 1925’te Şêx Saîdlerin idam edilmesini soykırımın başlangıç tarihi olarak ifade etmişti. Dolayısıyla böyle bir günde idam cezası verildi.

Soykırım sistemini anlamak çok önemli

Buna karşı çok büyük bir mücadele verildi. Fedaice yoldaşlarımız, yurtseverlerimiz eylemlerini yaptılar. Halk ayağa kalktı, mücadele etti ve bu temelde de aslında idam cezası anayasadan kaldırıldı. Bu bir halk mücadelesi sonucunda ortaya çıktı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de bir ilki ifade etti. Aslında bir milattı. Kurdistan mücadelesi açısından önemli bir kazanımdı.

Türk yetkililer, 25 yıllık İmralı gerçekliğini sürece yayılan bir idam olarak da ifade etmişlerdi. Gerçekten çok kirli ve çok tehlikeli bir politikayı ifade etti. 1925’te başlayan bir soykırım süreci var, ki uluslararası güçler de buna dahildir. Türkiye Cumhuriyeti buna öncülük ediyor ama uluslararası olarak yürütülen bir politikadır.

İmralı’ya, Uluslararası Komplo gerçekliğine baktığımız zaman da bunu görebiliyoruz. Dolayısıyla şunu net olarak söylüyoruz; İmralı tecrit sistemi, bir soykırım sistemidir. Bu soykırım sistemi içerisinde neredeyse 40 ayı bulan bir süreçtir; Önderliğimizden hiç haber alamıyoruz. Bu, soykırım sürecinin daha farklı bir biçimde devam ettirilmesi olarak ifadesini buluyor. İmralı’daki bu soykırım sistemini anlayabilmek çok önemli.

Hatırlarsınız, Türkiye’nin Adalet Bakanı “İmralı’da tecrit yok” demişti. Bu kadar baskı var, herkes soru önergesi veriyor, toplum, Kürt halkı, Bakurê Kurdistan’da, Rojava’da, her yerde, Avrupa’da Önderlik hamle süreci var. Kürt halkı ve dostlar açısından Önderliğin fiziki özgürlüğü, tecrit gündemi var. Bunun karşısında AKP-MHP faşist rejiminin yetkililerinin söylediği tek şey, “tecrit yoktur”. Bu çok önemli bir husustur. Tecrit, herkesin gözü önünde. Dünyanın neresine, hangi ülkesine giderseniz gidin böyle bir tecrit sistemi yok. Bu kadar hukuksuz, bu kadar faşizanca bir sistem yok. Ama kalkıp, “tecrit yok” diyebiliyorlar. Mesela CPT rapor yayınlıyor. Raporunda zaten doğru dürüst bir şey söylemiyor. Mesela yılbaşına doğru Türkiye’yi ziyaret etmişti; bu kadar gündem olmasına rağmen İmralı’ya hiç gitmedi. Sanki böyle bir sorun yok, İmralı’da böyle bir durum yok, böyle bir soykırım sistemi yok, herhangi bir sorun yokmuş, bir savaş yokmuş gibi…

Önderlik hamlesine Zîlanca yüklenmeli ve mutlaka başarmalıyız

Buradaki soykırımcı politikalardaki inceliği, derinliği görebilmek çok önemli. Bu kadar inkar edilip görmezden gelinmek istenen, yok sayılmak istenen bir İmralı gerçekliği var. Bu İmralı gerçekliği, aslında bir soykırım sistemini ifade ediyor. AKP-MHP faşizmini en iyi özetleyen, en iyi ortaya koyan gerçeklik, İmralı gerçekliğidir. Önderliğimizin bu kadar mutlak iletişimsizlikle mutlak tecrit pozisyonunda bırakılması, orada ne olup bittiği bilinmeyen bir durumda bırakılması korkunç bir durumdur. Türkiye gerçekliği açısından çok korkunçtur. Bu, Ortadoğu açısından da, dünya insanlığı açısından da gerçekten çok ciddi bir tehlikeyi ifade eder.

Dolayısıyla Önderlik hamlesi belli bir düzeyde yürüyor. Ancak soykırımın yeni gelmiş olduğu düzeye karşı, hem İmralı gerçekliğini hem Kurdistan’da yürütülen savaş gerçekliğini görmezden gelen, bunu inkar eden çizgiye karşı daha da derinleştirilmesi ve güçlendirilmesi gerekiyor. İşte bu noktada Zîlan gerçekliğini tekrar vurgulamamız gerekiyor.

Zîlan arkadaş, Önderliği en iyi anlayan arkadaşlarımızdandı. Tabii ki bu sadece duygusal temelde değil, siyasal süreç, sürecin gidişatı anlamında, Önderliğe bir suikast girişimi yapıldığında buradaki tehlikeyi en güçlü gören yoldaşlarımızdan olduğu için fedai eylemini gerçekleştirdi. Dolayısıyla bizim Önderlik hamlesine Zîlanca yüklenmemiz lazım.

Yani Zîlan ruhuyla, Zîlan bilinciyle buradaki soykırım tehlikesini, kadın kırım tehlikesini en güçlü, en derinlikli bir biçimde görerek Önderlik hamlesine Zîlanca yüklenmemiz ve mutlaka başarmamız lazım.

Hamleyi Zîlanca yürütmek derken, kastımız elbette ki sadece fedai eylem yapmak anlamında değil, buradaki derinliği görebilmek; yani Zîlan ve Önder Apo ilişkisi, buradaki ideolojik derinlik, mücadele bilinci, mücadeleyi profesyonelce ele alma, Zîlan’ın çizgisindeki o başarıya kilitlenme, disiplin, kendi eylemini örgütleme, hareket tarzını esas almadır. Sadece askeri anlamda değil toplumsal örgütlenme anlamda da çizgiyi izlemektir.

Askeri açıdan da esas aldığımız, yürütmeye çalıştığımız bir gerçekliktir. Bugün HPG ve YJA Star gerillası Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü, Kürt halkının özgürlüğü amacıyla profesyonel gerillacılığı esas alarak, Zîlan çizgisinde başarmayı esas alarak mücadeleyi yükseltiyor. O halde toplumsal alanda mücadelemizi yürütürken de Zîlanca, profesyonelce, fedaice ele almak, kendimizi adayarak, Önderliğin özgürlüğünde kendi özgürlüğümüzü görerek, Önderliğin özgürlüğünde Kürt halkının özgürlüğünü görerek eylem ve etkinliklerimizi gerçekleştirebilmek hamlede başarıyı getirecektir. Dolayısıyla Önderlik hamle eylemlerini daha da güçlendirmek, daha da kitleselleştirmek, herkesin içinde yer alabileceği bir düzeye kavuşturmak çok önemli.

Kadın eylemleri “Güneşin Sofrasında Buluşuyoruz” biçiminde ortaklaştırılmalı

Kurdistan’da, Avrupa’da, dünyanın değişik alanlarında dostlar aracılığıyla yürütülen hamle süreci var. Zindanlarda yürütülen eylem süreci var. Bakurê Kurdistan’da halkımızın, analarımızın gerçekleştirdiği nöbet eylemleri var. Maxmur’da özgürlük nöbeti eylemi devam ediyor. Strasbourg’da bir nöbet eylemi var. TAJE’nin Şengal’de örgütlediği “Önder Apo Evimizin Misafiridir” sloganı altında gerçekleştirilen çok anlamlı bir eylem var. Rojava’da hemen hemen her gün Önderlik için yapılan yürüyüşler, etkinlikler, eylemler var. Her biri çok değerli, çok anlamlı eylemler.

Kadın boyutuyla da bu eylemleri daha da geliştirmemiz, daha da yaygınlaştırmamız gerekiyor. Çünkü gerçekten Önderlik çizgisi kadınlar açısından büyük bir özgürlük ortamını yarattı, büyük özgürlük değerlerini geliştirdi. Bizin de Önderliğin fiziki özgürlüğü için daha fazla mücadele etmemiz elbette ki bir borç oluyor. Bir sorumluluktur, bir görevdir ama aynı zamanda bir borçtur. Bu nedenle bizim Kadın Hareketi olarak da, kadınlar olarak da her yerde hem genel eylemlere daha güçlü katılım sağlamamız ama aynı zamanda özgün olarak da eylemlerimizi daha da güçlendirmemiz gerekir.

Biz daha önce “Güneşin Sofrasında” eylemleri biçiminde de örgütlendirilmeli diye belirtmiştik. Bu da önemlidir. Yapılan bütün kadın eylemlerinin böyle bir ortak havuza akması, ortak bir buluşmayı yakalaması tabii ki Önderlik hamlesini daha da güçlendirecektir.

Önümüzdeki süreçte bu eylemlerin “Güneşin Sofrasında Buluşuyoruz” eylemleri biçiminde ortaklaştırılması, daha da geliştirilmesi önemli olacaktır. Biz bütün kadınları da aynı zamanda buna da davet ediyoruz.

AKP-MHP rejimini yaşatacak nefesi vermemek lazım

Türkiye anormal bir süreci faşizan bir rejim gerçekliği içerisinde yaşıyor. Bunu örneklendirmek açısından söylenmesi gereken farklı şeyler var. Mesela Kobanê davası bunlardan en belirgin olanlarındandır. Colemêrg’e kayyum atanması, her gün gözaltıların, tutuklamaların yapılması, çeşitli biçimlerde Kurdistan’da özel savaş politikaları, saldırılar, her gün binlerce askerle, yüzlerce askerle yürütülen bir savaş, her gün tonlarca bombardımanla yürütülen bir savaş var. Bu kadar para savaşa akıtılıyor ve baktığımız zaman Türkiye ve Kurdistan’da çok ciddi bir yoksulluk var. Açlık sınırına gelmiş insanlar. Çok ciddi bir ahlaksızlık durumu var, yozlaşma var, yolsuzluk var. Çeteler iktidarı ele geçirmiş. Bugün ciddi bir devlet oluşumundan bahsetmek mümkün değil. Bir çete sisteminden bahsetmek daha mantıklı olur. Çete örgütlenmesi desek daha mantıklı olabilir.

Bir de her gün kadın katliamları var. Böyle bir tablo içerisinde normalleşmeden bahsetmek tam bir kandırmacadır. Daha doğrusu yaşanan, bu anormal ahlaksız çeteci rejimi meşrulaştırma ya da bunu perdelemedir.

AKP 31 Mart seçiminden sonra hem Türkiye’de hem de Kurdistan’da çok ciddi bir yenilgi aldı. Kendi tarihinde aldığı en iyi yenilgilerden bir tanesi. Dolayısıyla nefessiz kaldı.  Şimdi nefese ihtiyacı var. Nefesi nerede buluyor? Nefesi her zaman yaptığı gibi sahte gündemler yaratarak alıyor. Kafası çalışan birisi şöyle bir Türkiye tablosuna, Kurdistan tablosuna baksa aslında normalleşmenin “n”sinden bile bahsedemez. Bunun bir yalan olduğunu gerçekten çok iyi anlamak gerekiyor. Bu normalleşme olsa olsa faşizmi, yaşanan bu soykırımcı gerçekliği, bu çeteciliği, bu kadın kırımcılığını, yoksullaştırmayı, savaş politikalarını, ahlaksızlığı normalleştirme olabilir. Normalleşse normalleşse ancak bunlar normalleşebilir. Kaldı ki AKP bir açıdan bunu normalleştirmeye çalışıyor. O yüzden çok tehlikeli bir söylemdir. Bu söylemin arkasındaki gerçekliği çok iyi okumak, çok iyi anlamak ve teşhir etmek lazım.

Erdoğan çok açık bir biçimde biz normalleşmeden bahsediyoruz ama kırmızı çizgilerimizden vazgeçmeyiz diyor. Kırmızı çizgi dediği nedir aslında? “Biz faşizme, yani Kürtlerin soykırımına, savaşa devam edeceğiz. Biz Türkiye içindeki o tekelleri, o zenginleri korumaya devam edeceğiz. Emekçileri, köylüleri, işçileri ezmeye devam edeceğiz.” Kırmızı çizgi dedikleri budur. “Ne yapacağız? İşte CHP gibi partiler var; bunlarla oturup konuşacağız. Söylemde, üslupta yumuşayacağız ama aslında yumuşamayacağız” diyor. Dolayısıyla bu sahteliği görmek, anlamak ve teşhir etmek çok önemli. Bu yalanlara kanmamak lazım. Hem devrimci, demokratik kesimler açısından ama hem de muhalif kesimler açısından bunu anlamlandırmak çok önemli. Çünkü AKP şu anda nefes almak istiyor. Yani AKP-MHP rejimini yaşatacak nefesi vermemek lazım. Bu sürecin temel politikası, temel politikası böyle olmalı.

AKP-MHP rejimi ne zaman sıkıştıysa kendisine değişik değişik gündemler yaratıyor. Bu konuda da ustadır. Rejimi ayakta tutan temel yöntemlerden bir tanesi de budur. Hep böyle bir gündem atıyor ortaya. Herkes de o gündem etrafında… Aslında bir havuz gibi düşünelim, herkes bu havuzun içine girip yüzüyor. Ona karşı duran bile o havuzun içine girip konuşuyor. Dolayısıyla bu normalleşme gündemi etrafında yaratmış olduğu bir havuz var. Bu havuza girmemek lazım. AKP-MHP rejimine daha fazla nefes vermemek gerekiyor.

Seçim süreci şunu çok net bir biçimde gösterdi. Birçok kez örgütümüz de değerlendirdi, bizler de değerlendirdik. Aslında Türkiye halkları da, Kürt halkı da şunu net gösterdi. AKP-MHP faşizmi milliyetçiliği kışkırttıkça kışkırttı. Savaşı kışkırttıkça kışkırttı. Kutuplaşmayı kışkırttıkça kışkırttı. Asıl Türkiye’yi onlar böldü. Bize PKK bölücüdür diyorlar ama asıl Türkiye’yi bu politikalarla bölen AKP-MHP rejimidir. Onlar böldüler.

31 Mart rejiminde ortaya çıkan seçim sonuçları şunu gösterdi. Sen yarattığın sahte gündemlerle, şununla bununla belki 22 yıl boyunca iktidarda kaldın ama artık gelinen aşamada halklar ve Kürt halkı bunu kabul etmiyor. Bu politika artık kabul görmüyor.

Dolayısıyla Türkiye’de ve Kurdistan’da aslında halklar ne istiyor, Kürt halkı ne istiyor çok net bir biçimde ortaya çıktı. Bu doğrultuda hangi politikayı izlemek lazım; herkesin bunu çok iyi anlaması gerekiyor. Muhalefet partisinin de bunu çok iyi anlaması lazım. Burada sadece CHP’nin oyları artmadı, aslında AKP-MHP rejiminden, bu işte politikalardan, bu sistemden duyulan rahatsızlıktan kaynaklı olarak diğer partilere bir yönelim ortaya çıktı. Dolayısıyla bunu çok iyi okumak lazım. Bu süreçte kazandıracak olan politikanın doğrultusunu hem 31 Mart seçimleri çok net ortaya koydu hem de seçimden sonra Wan’a kayyum atanmak istendiğinde hem Wan halkının ve hem genel Kürt halkının ve hem de Türkiyeli devrimci ve demokrat kesimlerin ortak mücadelesi çok net ortaya koydu. Nasıl kazanacağız? Birlikte mücadele ederek kazanacağız. Demokratik esaslar üzerinden, demokratik ilkeler, talepler üzerinden ortak mücadeleyi geliştirerek, güçlendirerek kazanacağız. Dolayısıyla AKP-MHP faşizmi işte bu normalleştirme gündemidir, şudur budur diyerek aslında arkadan faşizm politikalarını yürütmeye devam ettiriyor.

Colemêrg’e kayyum atandı. Devrimci, demokrat, Türkiye’nin özgürleşmesinden yana olan kesimlerin; Kürt halkı, Türkiye halkları, şu halk, bu halk demeden bunu demokrasi ve özgürlük sorunu olarak görüp, Kürt halkının sorununu kendi sorunu olarak görüp bu temelde birleşik mücadeleyi yükseltmesi, tıpkı Van’a sahip çıkıldığı gibi Colemerg’e sahip çıkması kazandıracaktır. Ben inanıyorum halkımızın sıkça ifade ettiği gibi, direne direne kazanacağız. Sürecin esas politikasını ortaya koyan budur; direne direne kazanacağız. Direne direne kazandık ve bu süreçten sonra da direne direne kazanacağız ve mutlaka Colemêrg’i de kazanacağız.

Bu kayyum politikasını boşa çıkarmak kesinlikle hem Kürt halkına hem de Türkiye halklarına kazandıracaktır. Dolayısıyla bu ivmeyi kaybetmemek gerekiyor. Birlikte yürüme, özgürlüğe ve demokrasiye birlikte yürüme politikasını kesinlikle gevşetmeden, AKP-MHP rejiminin ortaya atmış olduğu bu sahte gündemlere girmeden, bunları boşa çıkartarak mücadeleyi büyütmek, örgütlenmek, daha da güçlü eylemselliklerle direne direne kazanmak, önümüzdeki sürecin esas rotası olacaktır.

 

 

Bunları da beğenebilirsin