Özgür Kürdistan dağlarının filozofu: Kasım Engin

Acıdan, sistemin çağrısından ve ölümden korkmadı. Zorlukları göğüsleyebilecek kaynakları vardı; yurdu, halkı, Partisi, Önderliği, başını Erdal’ın çektiği yoldaşları. İmanlı ve ısrarlıydı. Golgota’ya yürümenin sanatıydı devrimcilik. Yürümesini bildi.

PKK Merkez Komitesi Üyesi Kasım Engin (İsmail Nazlıkul), Türk devletinin 27 Mayıs 2020’de Bradost’a düzenlediği hava saldırısında 35 yıllık Kürdistan Özgürlük Mücadelesi neferliğini şehadetle taçlandırdı; üstelik soluksuz bir militan, pes etmeyen bir komutan, ülkesiyle buluşmanın bereketini yaşayan bir Kürt olmanın büyük devrimci örneğini miras bıraktı. Kesintisiz çalışmanın, üretmenin, paylaşmanın erdemini, onuruyla ardıllarına devretti.

Kasım Engin, Pazarcık’tan Almanya’ya ve Kürdistan dağlarına kadar uzanan hayatının bir kesitini hem kaleme almıştı hem de gazeteci Seyit Evran ile 2005’te yaptığı bir söyleşide anlatmıştı. İşte kendi anlatımlarından derleyip özetlediğimiz Kasım Engin:

PAZARCIK’TA BAŞLAYAN HAYAT

Pazarcıklıyım. 1966 doğumluyum. Pazarcık, bilindiği gibi Maraş’ın il sınırları dahilinde ve ağırlıklı olarak yurt dışına göç veren bir alandır. Ben de küçük yaşta yurt dışına çıktım. Babam 1965’lerden beri yurt dışındaydı. Türkiye’de bir-iki yıl okuduktan sonra esas gittiğimiz yer Almanya oluyor. Orada neredeyse 15 yıl yaşadım. 90’larda da ülkeye geldim.

İÇ İÇE GEÇEN FARKLI DÜNYALAR

Ülkende çocuksun, öyle yaşıyorsun, sonra yurt dışına çıkıyorsun. Bambaşka bir ortam. Bu seni şoke ediyor. Biz oraya gittiğimizde ailenin plan ve hesapları tekrardan ülkeye dönmekti. Esasta seni tekrar ülkeye göre hazırlıyor. Bu temelde içindeki ortam oldukça kapalı. Sonuçta sen Kürdistanlısın ve sen Kürdistan’a dönük yatırım yapıyorsun, şekillenmen de biraz öyle olur. Düşünün daha 7-8 yaşındasınız, iki dünyaya parçalanıyorsunuz.

ÜLKEDEYKEN DE PARÇALISIN

Ülkedeyken ayrı dünyalar var. Kürtsün ama okula giderken görüyorsun ki ayrı bir dünya var. İlkokula gittim karşıma çıkan farklıydı. Sen kendi dilini konuşamıyorsun. Mesela ben onu yaşamışım. Kürtçe konuşursan sıra dayağından geçiriliyorsun. Orada zaten bir kırılma var. Üçüncü kırılma Almanlarla. Alman, Kürt ve Türk yani üçe bölünmüş bir kişilik. Kendi kültürüyle donanmamış, kendi kültürünü tanımamış bireyler, başka kültürlerle sağlıklı ilişki geliştiremez; ya tümden savurulma ya da tümden tepkiyi yaratır. Yani arada duramaz.

BAŞARILI OKUL YILLARI

Okulumu orada okudum. Çocukluk yıllarım orada geçti. Almanya’da 9 yıl okuduktan sonra başarıdan dolayı ilk liseye geçme hakkını kazanan yabancı öğrenciydim. Bu anlamda da orada liseye ilk giden ben oldum. Sık sık spor yapıyorduk. Başarılıydık. Masa tenisi oynuyorduk. Kaç tane madalyam vardı. İyi bir futbolcuydum. Okulda diğer spor dallarında yer alıyordum. Muhtemelen orada yaşanan eziklikten dolayıdır. Yani sen Kürtlüğünü yaşamıyorsun. Türklüğü de yaşamıyorsun, Alman da değilsin. Bu baskıyı enerjiye dönüştürüyorsun.

ÜNİVERSİTEDE BİLGİSAYAR BÖLÜMÜ

O dönemler Maraş ve Antep çevresinde liseye giden iki arkadaştık: ben ve abim. Sonra Kürtler önemli bir gelişme kaydetti. Bahsettiğim 83 yıllarıydı. Liseyi okuduk. Aileden ayrıldık. Daha sonra üniversite bilgisayar bölümünü okudum. Böyle bir süreç. Onların dilini iyi öğrendik.

MACARİSTAN YOLUNDAKİ HİS

85’e kadar gerçek Alman olmaya çok özen gösteren birisiydim. Tüm arkadaşlarım da sıcak yaklaşıyordu. Macaristan’a lise 12. sınıf öğrencisiyken gezi yapmaya gittik. Almanya’yı geçtik, sorun olmadı. Avusturya ve Macaristan sınırında pasaportları sordular; yabancı kimse var mı, diye. 17 kişiydik. Bendim yanımda Malatyalı bir kadın arkadaş vardı. İkimiz pasaportları çıkardık. Müthiş zorlandık. İşte orada ‘burada bir terslik var’ dedim. Sen o ana kadar kendini bir Alman hissediyorsun ama gerçek bir şamar gibi yüzüne çarpıyor.

DÖNÜŞÜM YILI 85’Tİ

1985, birçok insan için böyle bir yıl. Hem kabul etmiyorsun hem de kimliğini bilmiyorsun. Kendi kimliğini ve kültürünü bilmeyen, başkasıyla sağlıklı yaşayamaz. Bilsen en azından bir sinerji yaratırsın. Kültürümü bilseydim bir Alman ile rahatlıkla yaşardım, içinde erimez, ona karşı tedbir de alırdım. Tanımadın mı ya uçlaşmadır ya da erimedir. 85, müthiş dönüşüme uğradığım, sonuca ulaştığım bir yıldı.

80 ÖNCESİNİN GÜNCELLENMESİ

Benim, Avrupa’da yaşayan her gencin sahip olamadığı şöyle bir şansım vardı; aile içinde gözümü açtım. 76-77’lerde, yaşımız daha 9-10. Ailede Apocular vardı, ülkede. 77-78’lerde dağda olanlar vardı. Şehit düşen Şexo Dirlik, Bingöl’de şehit düşen Mehmet Dirlik vardı.

79’da Fuat’ın (Ali Haydar Kaytan) ‘Ben İnsandım’ şiirini okudum. Okul yıllarında başarılı olunca kendine biraz özgün yaklaşıyorsun ve kayıyorsun zeminden. 85 yılı beni tekrar bu zeminle buluşturdu.

ALMANYA KICKBOKS BİRİNCİSİ

Söylediğim gibi spor yapıyordum. Masa tenisi, koşu ve en başarılı olduğum spor dalı kickboks, tekvandocuydum. 2 Ekim Üniversite okurken 88’de Almanya birincisi olmuştum. Kickboks tekvandoda 9 tane ödülüm ve madalyam var. Almanya çapında birinci ve ikincilikler madalyası.

ÜNİVERSİTENİN İLK ÜÇÜ

Üniversite yıllarında ilk üç içinde yer alıyordum. Okul yıllarım boyunca hep başarılı bir öğrenciydim. Bu başarıların temelinde çok zeki veya akıllı olmak yatmıyor, muhtemelen eziklik, kendini kabul ettirme ve beğendirtmenin bir sonucuydu. Böyle olunca da muazzam bir enerji yaratıyorsun.

ENGİN SİNCER’İN DE BULUNDUĞU GRUP

Saflara gelmeden önce bir grubumuz vardı. Şehit Erdal (Engin Sincer) arkadaşla birlikte büyüdük. Çocukluk, gençlik ve militanlık arkadaşımdı. Üç evreyi de birlikte geçirdik. O grubu anlatayım; 86-87’de aktiftik. Bizim grubun hepsi işçi çocuklarıydı. Erdal arkadaşgil de vardı. 21 yaşında grubun abisiydim. Folklor ekibimiz var, grubu ben çalıştırıyordum. Ş.Erdal 17-18 yaşlarındaydı. Biz futbol oynuyorduk. Sonra futbol gruplarını oluşturduk. Erdal arkadaş harika bir futbolcuydu. Grubumuzun hepsi öğrenci kesimiydi. O yıllarda onlarca kişi o gruptan etkilenerek saflara katıldı.

ARKADAŞI ERDAL

Erdal benden birkaç yaş küçüktü. Ayrı yerlerde otuyorduk, hafta sonlarında buluşuyorduk. Yanıma gelip ‘falan ders var’ diyordu. Ben ona bir-iki saat anlatıyordum. Benim hakim olduğum sahalar vardı; matematik, kimya, fizik ve elektronik gibi. İki saat anlatıyordum, gidiyordu dersten süper bir not alıyordu. Çok zekiydi. Kıvrak bir zekaya sahipti. Grubumuzun gülüydü. Hiçbir insanın ona kırıldığını duymadım. Genelde kaldığı bütün ortamlarda kabul gören, sevilen bir insandı. Çok atletik bir futbolcuydu. Okulda çok başarılı bir öğrenci ve hangi işe el atmışsa o konuda başarılı birisiydi. Çok hoşgörülü bir insandı. Ailede bir çekim merkeziydi. Gerçi ailenin her ferdi öyleydi ama Erdal’ın hepsinin içinde çok ayrı bir yeri vardı. Erdal bir çekim merkeziydi.

MEHMET DİRLİK’E SÖZ

78’de dayım Mehmet Dirlik, Bingöl’de çok hunharca katledildi. Pazarcık’taki ilk yürüyüş, dayımın şehadeti üzerine olmuştu. Orada resimleri gördük. Pankartların üzerinde ‘Özgürlük ve bağımsızlık şehidi Mehmet Dirlik ölümsüzdür’ yazıyordu. 1983’te dayımın mezarına gittim. Mezar taşına aynı yazılar yazılmıştı. O zaman, ‘Ben mutlaka bu dağlara geleceğim ve intikamını alacağım’ sözünü verdim.

DAĞLARA YOLCULUK

Yaşadıklarım, arayışlarım, dayımın sözüm ve başka birçok etken bir araya geldi. 1989’da katıldım. Sonra Önderlik sahasına geldim. Halep’ten Efrîn’e geçiyoruz. Benim için toprak rengi öyle bir değişti ki, ‘burası Kürdistan mı’ diye sordum şoföre. Evet yanıtın alınca arabadan inip toprağı öptüm. İlerlerken Kefercan diye bir yer vardı. Orada da indim, toprağı öptüm, oradakiler şaşırdı. Ülkeye dönüş, bir kimlik ve benlik arayışıdır. Ülkeye geliş biraz bu temelde oldu. Dağla bütünleşmem bu temelde oldu. Eşitler yaklaşımı gerçekleşene kadar bu dağlardayım. Biz başkalarının bize tepeden bakmasını hazmedemeyiz.

İHANET ETMEYECEKSİN, VASİYETİ

Devrimciliğin zor, keskin ve uzun vadeli olduğunu bilerek geldim. Katıldım, eğitim gördüm ve tekrar gittim. Katılırken ailemle vedalaşmadım ama Erdal’in ailesine gittim. Annesi, ‘sağlam olacaksın, onurumuz olacaksın, bu işte ihanet yok’ dedi. Ananın ve babanın bana vasiyetleri buydu.

ERDAL İLE DAĞDA KARŞILAŞMA

Erdal, 94’ün sonlarında Çırav’daydı. Orada olduğunu biliyordum ama Erdal yeni duymuştu geldiğimi. Şehit Jiyan arkadaşla bir yerde oturuyoruz. Ona Erdal arkadaşı anlatıyorum, kendisi tanımıyordu. Çırav’ın böyle çukurlu yerleri var. Baktım Erdal oradan çıktı. O anda kalbim durdu, kendisinin de rengi değişti. Düşünebiliyor musunuz, gelip sadece benimle tokalaştı. Sarılmadık. Sanırsam ikimiz de şok olmuştuk. On dakika kadar bir birimizim yüzüne baktık, hiç konuşmadık. Sonra Jiyan arkadaş bizi uyandırdı. Ben daha sonra yazdım. Erdal arkadaş da o anıyı okumuştu. Ben o anıda, ‘Öyle bir sarılmak istemiştim. Öyle tarif edilmez bir sarılma’ diye yazmıştım. Okumuştu, gülmüştü. Sonra ‘sana bir şeyi itiraf edeyim; ben de aynı duyguları yaşamıştım’ demişti. Çünkü yıllarca görüşmemiştik ve görüştüğümüzde de yalnızca bir tokalaşma. Erdal’la böyle buluştuk dağda.

Bir yıl sonra kongre de birlikteydik, sonra tesadüfen taburlarımız yan yana geldi. Yine bir askeri konsey toplantısına katıldık. 94-95 yıllarında birlikte kaldık. 97-98 kışında taktik eğitimde birlikte eğitimdeydik. Kış epey tartıştık, ondan sonra da fazla karşılaşmadık. Kaç yıl sonra Şehit Ayhan’da karşılaştık. Kürtçe okulundaydım. Ben yukarı çıktım. Cihazla çağırdı, ‘arabalar gelmiş ben gidiyorum’ dedi. Öyle hiç vedalaşmadan ayrıldık, ondan sonra da hiç görüşmedik.

ERDAL İLE VERİLEN SÖZ

Pazarcıklıyım. Kürtçemize hayrandık. Esasta biz Kürtlükle büyüdük ve Kürtlükle geldik. Bizim Kürtlüğümüz ayrı bir Kürtlüktü. Yaşamadığımız bir olguyu, yaşama olayıdır. Bu açıdan ülkeye dönüş bir kimlik edinmedir. Kendini bulma, kendinle karşılaşmadır. Benliktir. Yıllardır dağlardayım. Yurt dışından katılıp da en fazla kalan benim. Niyetim bu rekorun mesafesini açmak ve kimseye kaptırmamaktır. En güzeli Erdal ile bunu yapmaktı. ‘Düşmeyeceğiz’ diye bir sözümüz vardı ama çok kötü bir kazayla şehit düştü.

KENDİNİ YENİDEN YARATAN MİLİTAN

Soğuğu, açlığı, yorgunluğu, susuzluğu zorluk diye algılamadım ama bu işin zorlukları vardı; gözlerini Golgata Tepesi’ne dikmektir. İsa gibi çarmıhla karşılaşacağını bilerek Kudüs’e girmektir. Devrimciliğin zorlukları yok mudur, var ama onları dile getirmek edebiyatçıların işidir. Devrimcilik zaten zorlukları göğüslemektir. İnsanın güç kaynakları oldu mu kendisini yeniden yaratır. Prometheus örneğinde olduğu gibi militanlar da kendi güç kaynaklarını oluşturup her gün yeniden yaratmalıdır.

Kendini her gün yeniden yaratamayan militan Golgota’ya (Golgotha/Golgatha) yürüyemez. Devrim uzun soluklu bir iş. Bunu başarabilmen için her gün kendini yaratman gerekiyor. Bunun için Önderlik, şehitler, halkın umudu birer güç kaynağıdır. Benim için özel bir güç kaynağı da Erdal’dır. Dolayısıyla o güç kaynağına dayanarak Golgota’ya yürümek, devrimciliğin kendisidir. Devrimcilik, Golgota’ya yürüme sanatıdır. Bunu ne kadar başardık. Bu ayrı bir olay ama başarma iddiamız büyük.

KENDİMLE BULUŞUYORUM

Dağlara kendimle buluşmaya geldim. İçinde Kürdistan var, sevda var, sevgi var, aşk var, özgürlük var, sosyalizm var, ülke sevgisi var, arayış var, bunların hepsi var ama hepsinin üstünde de ben varım. Bunu bencilik anlamında söylemiyorum. PKK, geniş anlamıyla bireyin kendini bulma, kimliğine kavuşma hareketidir.

 

Bunları da beğenebilirsin