Halkının yüreğinde bir atardamar: Zeki Çelebi

Zilan Jiyan

Ruhi Su’nun, “Çocukların sesiyle adam vurulmaz/ Kim getirdi bu savaşı ekmeğin beyazlığına” dediği yıllardı. Aynı çağın içinden geçmiştik Şehit Zeki Çelebi ile. Tabiatımızın harcını ne ile yoğuracağımızın arayışındaydık. Çağ henüz sanal ağlara takılmamıştı. Özgürlük arayışımız, aşk ütopyamız, şiir sığınağımızdı. Ezgilerin ahenginde suyun akışına tutunur, turuncu ve sarı kaplı sol yayınlarının her bir satırında devrim tutkusunu yaşardık. Başka bir hayatın mümkün olduğuna yürekten inanır, bu inancın yolunda arkadaşlığı, yoldaşlığı büyütürdük.

Ve yürürdük. Arkamızda ne bıraktığımıza, önümüzde ne olduğuna bakmadan an’da yürürdük. İşte o zaman öğrendik inancın tabiatımızın temel harcı olduğunu. Sosyalist bir yaşama inandığın müddetçe hiçbir şeyin seni yıldıramayacağını… Rêber Abdullah Öcalan’ı okumaya başladık sonra. Toprak diyordu, halk diyordu, özgürlük diyordu. Köklerinden beslenen ağacın, kendi dilinde öten kuşun öğretisine çağırıyordu. Yabancılaşmaya karşı öz’ün bilgisine, an’ın anlamına, xwebun olmaya davet ediyordu. Yabancılaşmayla nasıl baş edeceğinin yöntemlerini sunuyordu. Öz güç, öz güven ve öz irade ile donanıp örgütlü olmak ve mücadele etmek kolay değildi ama. İmkansız da değildi. Başarabilirdik, öz’e sadık kalarak.

Yol’da düşe kalka, kanaya kanaya ama inançla yürümeyi öğrendik. Anı sayacımızda biriken acıların pusulası öfke oldu. Öfkemiz intikama, intikamımız iliklerine kadar hissettiğimiz yaşamın anlamını yaratmaya dönüştü… Toprak ve halk sevgisini her an her şekilde sınadık. Anlam yitiminin yaşandığı bir çağda toprağa bağlı kalmak, halka rağmen halk için olmak zordu. Yabancılaşmayı aşmak xwebun olmak zordu. Sömürgeydik ve sömürgecilerin bütün politikalarının muhatabıydık. Sevdiklerimiz vuruluyor, köylerimiz yakılıyor, şehitlerimize saldırılıyor, ihanetin sularına çekiliyor, topraklarımızdan sürülüyorduk. Hakkımızı savunarak mücadele ettiğimiz için terörist ilan ediliyor, sayısız cezalara çarptırılıyorduk. Haklıydık. An be an ideolojik bombardımanına tutulduğumuz kemalizm ve liberalizmin yalanlarına karşı etkili bir mücadele yürütmenin arayışındaydık. Dağlarda, zindanlarda, sokakta, evde olduğumuz her yerde mücadele ediyorduk.

Herşeye rağmen öz’e sadık olmayı başaran Zeki Çelebi arkadaşın düşe kalka, kanaya kanaya yürüdüğü yolda intikam yeminleri ediyoruz şimdi. Perulu Şair Luis Neito’nun, “Kiralık tabancalar ateşlendi ansızın/ Daha dün gibiydi, gencecik döküldüler / Aralı dudaklarında bir mutlu gülümseyiş vardı/ Çizgi çizgi özgürlüktü parıldayan yüzlerinde” şiiri eşliğinde…. Kürdün ölümü ansızın olmuyordu ama. Haykıra haykıra geliyordu düşman… Gözünün içine baka baka geliyordu. Tehdit ediyordu. Akıl tutulması da buradan geliyordu ya. Basiretin bağlanıyordu adeta. Hani Tahir Elçileri, Hrant Dinkleri katlettiğinde yaşadığımız gibi. “Bir güvercin tedirginliğinde”… Çırpındı. Onu tanıyan herkes, “Bize veda etti aslında. Hissedemedik” dedi. En çok da annesi ile babasına, “Bekleyin belki birlikte döneriz Van’a” demesi.

Kiralık tabancalar kendi halkının kimliğini taşıyordu. İhanetin kurşunları Zeki hevali kalbinden yaralamıştı. Nurten, Özgür ve Deniz’in can evinden.  “Nurten beni vurdular” sesinde bir çığlığı büyütüyor şimdi Nurten. Hayatı onunla sevmiş, her an’ına aşklarını, arkadaşlıklarını sürmüştü. Şanslıydı. Ama işte daha yaşanacak çok günler vardı. Özgür, Kürt olmanın ilk sınavını hayatındaki en güzel arkadaşını, babasını kaybetmenin acısıyla veriyordu. Güçlü olacağına söz vermişti, sözünde duruyordu.  Deniz siyah saçlarında özgürlüğü büyüten babasının özlemine nasıl dayanacağını bilmese de öğreneceğinin özgüvenini yaşıyordu. Fevzi kardeş acısına dayanmanın ve güçlü olmanın özgürlük mücadelesini anlamaktan geçtiğini öğreniyor ve bunu ailesine anlatıyor şimdi. Arkadaşları kavgada etseler en ufak bir ihtiyaçta kendilerini yalnız bırakmadıklarını sayıklıyor bir bir. Artısıyla eksisiyle Kürdün gerçeğini iliklerine kadar yaşayan yoldaşları onun gidişine alışmamanın ve intikamın yeminini ediyor.

Kendi yurdunda sürgündü, evlattı, eşti, babaydı, kardeşti, arkadaştı, yoldaştı Zeki heval. Yaşam doluydu. Bu nedenle çok sevdiği “Nem kaldı” parçasını çalmıyoruz ardından. Çok şey kaldı çünkü. Rêber Abdullah Öcalan’ın yanına Şehit Gulan ve Şehit Leyla Van’ın fotoğraflarını asmıştı. Ve şimdi o da orada yerini alacaktı. Dört parçayı Deniz’de birleştirdi. İçine çektiği toprağının kokusu ile hem de. “Ve yatay ya da dikey mutlaka gideceğim Van’a” dedi her fırsatta. Gitti, kavuştu toprağına… “Ölmediler onlar, ölmezler ki/ Bu yadsınmaz gerçeği bilmedi satılmışlar / Onlar bir atardamardı halkların yüreğinde/ Gecelerde yıldız yıldız tutuşan.”

Bunları da beğenebilirsin