Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın anlatımıyla PKK Hareketi 

HABER MERKEZİ 

Bugün, PKK’nin 44’üncü kuruluş yıldönümü.  

Kuzey Kürdistan topraklarında bir özgürlük fidanı olarak yeşeren ve büyüyen Kürdistan Özgürlük Hareketi, bugün 44’üncü kuruluş yıldönümünü kutluyor. Bu vesileyle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın PKK hareketini anlattığı değerlendirmeleri sizlerle buluşturuyoruz.  

“Bilimsel sosyalizmde bunalımın Sovyetler Birliği’ndeki iç çözülüşle kendini açığa vurması ve 1998 Büyük Gladio Komplosu PKK’yi köklü dönüşüme zorladı. İdeolojik grup aşamasındaki muğlaklık, devlet sorununun çözümlenmemiş olması, devrimci halk savaşı deneyiminde ortaya çıkan iç ve dış komploların aşılamaması PKK’yi uzun süren bir kısırdöngüye, kendini tekrarlamaya, giderek tıkanmaya ve çözülüşe sürüklüyordu. Bu gerçeği çok önceden görmüştüm. Mevcut entelektüel düzey ideolojik yetenekleri sınırlıyordu. Kürt kimliğindeki tahribatın derinliği var olma savaşını umutsuzluğa sürüklüyordu. Liberal anlamda bile özgürlük tutkuları gelişmemiş kadro adaylarıyla grup inşası bin bir güçlükle geliştirilmeye çalışılıyordu. Bir hatıramı dile getirirsem vaziyet daha 308 iyi anlaşılır. Tüm gücümle grubu var etmeye çalışırken, gruptan iyi diye bellediğim İsmail adlı Vartolu bir arkadaşı yara bere içinde sargılı haliyle görünce ne olduğunu sorduğumda, “Halkın Kurtuluşu’nun bez afişlerini direkler arasına asarken düştüm ve bu hale geldim” cevabını vermişti. Kendisine umutsuz umutsuz bakarken, neden bunu yaptığını sorma gereği bile duymadan, kendi kendime şöyle demiştim: “Bunlarla bu işi ne kadar ilerletebilirsin?” Benzer unsurlar bu tip davranışları sadece sol gruplar içinde değil, faşist ve dinci gruplar içinde de sergiliyorlardı. Kendi öz kimlikleri ve özgürlükleri uğruna mücadele etme söz konusu olduğunda ortadan kayboluyorlardı. Kürt karakterine iyice sinmiş bir yabancılaşma söz konusuydu. En ezileni ve emekçisinden kompradoru, ağası ve aşiret reisine kadar hepsi böyleydi. Grupsal gelişmeyi asıl bu maddi kültürel zemin ve neredeyse olmayan öz kültürel değerler veya değersizlikler zorluyordu. 

PKK adını kendimize yakıştırdığımızda, aslında bir nevi namusu kurtarma adına son mecalle bir adım atıyorduk. Başarılı olmasa bile tarihe iyi bir miras olarak kalacaktı. Ortadoğu’ya hicret süreci hem örgüt olma, hem de bunu daha derli toplu bir halk savaşıyla iç içe geliştirme şansını doğurmuştu. Belirttiğim gibi Musa’nın zorbela yürüttüğü İbrani kabileleri misali Altın Buzağı’ya tapınmaktan, yani sevdalandıkları kendi yabancılaştırılmış yaşamlarından bir türlü kopuş sağlayamıyorlardı. Ne kadar şans doğsa da, ne kadar Musa gibi haykırsam da, mesajımız çölde bir serap gibi kalıyordu. Sabır ve inat en büyük silahlarım olmuştu. Modernist örgüt tipolojisini bir tarafa bırakmış, toprağın ve yerelin diline dönmüştüm. Peygamberce yaşama dönüşten boşuna veya kendimi kutsallaştırmak için bahsetmiyordum. Hakikatin dilini yakalamak için bu yönteme başvuruyordum. Resmi toplantılar anlamını yitirmişti. Reel sosyalizmin resmi örgüt terminolojisi artık işlemiyordu. Sadece 1986 Üçüncü Kongremiz değil, benzer birçok toplantı çok az anlam ifade ediyordu. Devrimci örgütlenmeye ve siyaset yapmaya karşı direnme yaşanıyordu. Örgütlü ve siyasi anlam ifade eden yaşam tarzına karşı içten içe isyan vardı.  

Türkiye Solu denilen yapılanmalar aynı nedenle kendilerini çoktan tasfiyeye uğratmışlardı. Bu güçlerin tasfiye olmalarının temel nedeni sanıldığı gibi 12 Eylül faşizmi değil, kendi iç yapılanmalarının devrimci örgütlenmeye ve siyasi yaşam tarzına gelememesiydi. PKK’de de yoğunca yaşanan bu gerçekliği, aynı yoğunluktaki devrimci siyasi örgütlenme ve yaşam tarzından vazgeçmeme inadıyla, bu yaşam tarzını dayatmakla boşa çıkarmaya çalışıyordum. 1990’dan itibaren Gladio savaşları yoğunlaştıkça ve iç komplolara yansıması arttıkça, örgütte ve onun devrimci yaşam tarzında yozlaşmayı da arttırdı. Avare-asi çete anlayışı ve savaş ağalığı gittikçe zemin kazandı. Partileşmeye uygun en değerli kadrolar ve savaşçıların artan kayıpları PKK’yi tasfiyenin eşiğine kadar getirdi. PKK adına yapılanları açıkça ve sıkça anti-PKK’lilik olarak eleştirmeye, hatta suçlamaya başlamıştım. 1986’daki Kongre’nin tümüne katılmamakla, yine daha Roma’da bulunduğum sırada 1998’deki Kongre’ye gönderdiğim mesajda ‚Böyle devam ederse ben PKK’den istifa ederim‛ demekle bu gerçekleri dile getirmek istiyordum.  

İmralı süreci PKK’de yaşanan gerçekliği iyice açığa çıkardı. Ben dışarıdayken daha örtülü hareket eden kişilikler, tutsaklığımdan istifade ederek kendi gerçek kimliklerini sergilemekten çekinmediler. Ortada çok ciddi bir PKK mirası vardı. İç çekişme denilen olay aslında geleceğe ilişkin başarı umudunu tümden yitirmiş, bunun hesabını bir tarafa bırakmış olanların miras kavgasıydı. Sıkı gruplaşmalara gittikleri anlaşılmaktaydı. Grupçulukla liberalizm iç içe yaşanıyordu. Keyfi bireysel yaşam ancak grupçulukla mümkündü. Bunun için parti içi mücadele adına hırslar ve arzuların sonuna kadar sergilenmesinden çekinilmedi. Sonuç hızla PKK’nin bütünsel olarak tasfiye olmasına doğru gidiyordu. Daha dışarıdayken önü alınamayan tasfiyeci grupçuluk, yeni durumu nihai hesaplaşma için bulunmaz fırsat saydı. Bu dönemde komplonun bir gereği olarak AB de PKK’yi ‘terörist örgütler’ listesine almaya hazırlanıyordu. Bu kararı almak için uzun süre beklemesi, bazı Avrupa ülkelerinin buna razı olmamasından ileri geliyordu. Benim esaretim bu ülkelerin de umudunu kırmış olsa gerek. Ayrıca ABD ve İngiltere’nin de bu doğrultuda planlı çabaları vardı. Türkiye’yle sıkı dayanışma içindeydiler. Bu dayanışmanın en önemli gerekçelerinden biri, PKK’nin terörist örgüt ilan edilmesiydi. Artan baskılar ve AB’ye verilen sözler PKK’nin ‘terörist örgüt’ olarak ilan edilmesiyle sonuçlandı. Biz daha erken davranıp KADEK ilanına gittik. KONGRA GEL’i oluşturmaya çağırdık.”  

*Bu çözümleme Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ‘Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü – Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak’ adlı kitabından alınmıştır. 

Bunları da beğenebilirsin