Rêzan Sarıca: Halklar Öcalan’la özgürce ve özlemle kucaklaşmanın öncüsü olmalıdır

Mervan Özdemir | Rojnews

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Rêzan Sarıca, Kürt halkının ve ezilen halkların Sayın Öcalan’a dönük özlemlerinin kendisiyle kurdukları varlıksal, duygusal ve bilinçsel bağla ilgili olduğunu belirtti.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride duyulan öfke, Kürt halkının direniş ve mücadelesinin yapı taşlarından birini oluşturuyor. Önder Öcalan’a ezilen halkların ve Kürt halkının duyduğu özlem artık bir mücadele gerekçesi ve özgürleşme ideasına dönüştü.

1973 yılının Newroz’unda Çubuk Barajında başlatılan özgürlük yürüyüşü 50. yılını yaşarken yürüyüşün mimarı olan Önder Öcalan’a 15 Şubat Komplosundan bu yana ağır ve sistematik bir tecrit uygulanıyor.

Halktan gelen birkaç mektup dahi verilmeyen, mektup gönderilmesine müsaade edilmeyen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, İmralı’daki ilk günlerde yaşadığı duyguları, “İnsan ailesinden ve çocuklarından yoksun kalmaya bile hiç dayanamazken, ben bir daha hiç kavuşmamacasına ölümüne birleşmiş milyonların iradesinden ayrılmaya uzun süre nasıl dayanacaktım?” sözleriyle yıllar sonra bir savunmasında dile getirecekti.

Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Rêzan Sarıca’yla, Önder Öcalan’a uygulanan tecridi ve duyulan özlemleri konuştuk.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sebebini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İmralı’daki tecrit, Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesine yol açan uluslararası komplonun ikinci ayağı olarak inşa edilmiş bir mekan-sistem üzerinden yürütülmekte. Şöyle kısaca hatırlatmak gerekirse; dünyadan, toplumdan ve yaşamdan izole edilmiş bir adada tutulmakta. Burada minimize edilmiş kağıt üzerindeki sınırlı kimi haklar da hiçbir zaman düzenli olarak sağlanmadı. 1999 yılından 2011 yılına kadar çok sınırlı tanınan haklar daha sonra tamamen ortadan kaldırıldı. 2011-2019 arası 8 yıl boyunca tek bir avukat görüşüne izin verilmedi mesela. Bugün Sayın Öcalan’dan 25 Mart 2021 tarihinden bu yana 17 aydır hiçbir şekilde haber dahi alınamamakta. Böylece Sayın Öcalan’ın siyasal ve hukuksal özne olmaktan tamamen çıkarmanın hedeflendiği anlaşılmaktadır.

Şimdi tecridin geldiği bu aşamayı tarihsel ve güncel nedenlerinden ayrı düşünmek mümkün değil. 50-60 yıl boyunca Kürtler adından söz edilmez bir hale getirilmişti. Sayın Öcalan ise tarihin bu gidişatını değiştirdi ve Kürtlere yeniden bir ruh ve ulusal bilinç kazandırdı. Kürtler halk olarak büyük bir güç haline geldi. Sayın Öcalan’ın başlattığı ve bugün milyonları bulan özgürlük mücadelesi, öncelikle Kürt Halkının özgürlüğünün sağlanması ile siyasal ve kültürel varlığının uluslararası düzeyde tanınmasına yönelik verilmektedir. Buna rağmen kurtuluşunu henüz garanti altına alamayan Kürtleri büyük riskler beklemektedir.

Fakat nasıl ki yüz yıl önce Kürtlerin geleceği karartıldıysa bugün Cumhuriyetin ikinci yüz yılına girerken de Kürtler siyasal ve hukuksal özne olarak görülmemektedir. Hatta büyük bedellerle elde ettiği kazanımları ortadan kaldırılmaya çalışılmakta, Kürt’süz bir gelecek yüz yıl tahayyül edilmekte. İşte Kürtleri yeniden tarih sahnesine çıkaran Sayın Öcalan’a uygulanan tecrit, Kürt Halkına yönelik eskinin devamı olan yeni güncel politikalarla ilgili bir durum. Sayın Öcalan’a uygulanan tecritle Kürtlere karşı saldırıların geliştirilmesi bununla bağlantılıdır. Tecridin geldiği düzey Kürtlere yaklaşım ile doğrudan orantılı ve ilişkilidir.

Sayın Öcalan’ın en son 27 Nisan 2020’de kardeşi Mehmet Öcalan’la kesintiye uğrayan telefon görüşmesinde önemli uyarıları olmuştu. Bu uyarılara ek olarak özellikle avukatlarıyla görüşmek istediğinin altını çizdi. Sayın Öcalan’ın özellikle avukat görüşmelerine dikkat çekmesinin sebebi nedir?

Sayın Öcalan İmralı tarihinde ilk defa pandemi gerekçesiyle söylediğiniz tarihte kardeşi ile bir telefon görüşmesi yapabildi. Ancak kesintiye uğrayan telefon görüşmesi, sağlığı ile ilgili ciddi endişelerin oluştuğu dönem 25 Mart 2021 tarihinde yapılan görüşmeydi. Dediğimiz gibi zaten o andan bu yana da haber alınamamakta. Sayın Öcalan’ın ısrarla avukatları ile görüşmek istemesinin anlamı devleti ve hükümeti hukuka davet etmesinden kaynaklıdır. Çünkü İmralı’da sürdürülen sistem korsanvari, yasa dışı uygulamalarla dolu. Sayın Öcalan İmralı’daki anlayışın adayla sınırlı kalmadığını ve ülkeye, bölgeye yansımaları ile çok ağır bir faturaya döndüğünü iyi bilmekte. Bu yüzden hukuk dışına çıkmış devleti hukuka uymaya çağırmaktadır.

2019 yılında da benzer bir tutum içerisinde olduğunu kamuoyuna deklare etmişti.  Demokratik uzlaşı, özgür siyaset ve evrensel hukuk üçlü sacayağına dayalı çizginin en doğru ve sonuç üretici siyasi platform olduğunu belirtmişti. Yine yakın gelecekte gerek iç toplumsal gerekse de bölgesel ve küresel sorunların daha da ağırlaşacağı tespitinde bulunmuştu. Geride kalan 3 yıla baktığımızda Kuzey Doğu Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Akdeniz’de, Ermenistan Karabağ’da, Ukrayna’da yaşanan savaş halleri ve sonuçları ile ekonomi başta olmak üzere diğer toplumsal sorunlar Sayın Öcalan’ın öngörülerinde ne kadar haklı olduğunu ortaya çıkardı. Bu düzeyde küresel sorunların varlığı ikinci dünya savaşından sonra kurulan Birleşmiş Milletler veya Avrupa hukuku bağlamında uluslararası hukukun da ciddi bir kriz içerisinde olduğunu gösterir. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası hukuk kurumları savaşlara karşı ne çözüm önerileri geliştirebilmekte ne de her gün işlenen insanlığa karşı suçlara yönelik soruşturma veya dava açabilmektedir. Ancak Sayın Öcalan bu sorunların önünü alacak çözümlerin yol ve yöntemlerini de açıklamıştı. Çözüme odaklı düşünceleri uygulansaydı bugün halen sıcaklığını koruyan ve daha da derinleşme riski barındıran sorunlar yaşanmazdı.

Sayın Öcalan’a uygulanan tecridin hukuki mücadelesini sürdürüyorsunuz. Tecride ilişkin uluslararası düzeyde bir hukuk mücadelesi de var ancak tecrit 12 yılını geride bırakırken herhangi bir gelişmenin yaşanmadığına tanık oluyoruz. Uluslararası kurumların sessizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Az önce de belirttiğimiz gibi tecrit uluslararası komplonun bir devamı biçiminde sistemsel olarak inşa edildi ve 24 yıla yaklaşan geçmişi var. Onun dışında uluslararası kurumların tecride karşı sessizliği meselesini iki açıdan değerlendirmek gerekiyor. Çünkü eskisinin aksine uluslararası düzeyde topyekun bir sessizliğin olduğunu söylersek haksızlık olur. Bugün uluslararası mecrada ezilenlerin yanında olan hukuki ve politik çevreler tecride karşı mücadelede destekler vermekte ve ses çıkarmaktalar. İngiltere’deki işçi sendikalarının tecride karşı Sayın Öcalan’ı sahiplenmeleri ve özgürlüğünü talep etmeleri çok önemli bir örnektir. Yine binlerce üyesi olan Avrupalı hukuk derneklerinin CPT’ye veya Avrupa Konseyine yaptığı başvurular ile dünyanın çeşitli yerlerinden avukatların çağrı ve açıklamalarla hukukun uygulanmasına dair çalışmalar kıymetlidir. Bu tür çalışmaların tecridin önüne geçme açısından elbette büyütülmesi gerek.

Diğer taraftan egemen hukukun ve egemen devletlerin tecride karşı sessizliği Kürt sorununun çözümsüzlüğündeki tarihsel ve güncel aktif rollünden ileri gelmektedir. Bizzat bu sorunun oluşmasında ve devam etmesinde sorumlulukları bulunmaktadır. Kapitalist sistem içerisinde Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi nezdinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, CPT ile diğer kurumlar tecride karşı evrensel hukuku uygulamamayı tercih etmekte. Örneğin AİHM Sayın Öcalan’ın uluslararası komplo ile kaçırılmasını görmezden gelerek meşrulaştırma gayreti içerisine girmişti. Öncesinde 1986 yılında yaşanan Olof Palme cinayeti komplovari bir şekilde Kürtlerin üzerine yıkılmaya çalışıldı. Bu Kürtlerin dünyada ve bölgede “terör” kavramıyla anılmasına yol açtı. Ancak 30 yıl sonra Kürtlerle bir ilgisinin olmadığı netleşti. Aynı şekilde Almanya’nın 1986 yılından itibaren Kürtleri terörize etme çabaları bu sorunun derinleşmesinin nedenleri arasında. Uluslararası güçler Sayın Öcalan’ın barış ve demokrasi çizgisine müdahale ile Ortadoğu’yu 20 yılı aşkın bir süredir içinden çıkılmaz bir hale soktu. Egemen ve küresel güçlerin 200 yıldan bu yana Ortadoğu ve Mezopotamya coğrafyası ile savaş, talan ve sömürü üzerinden kurduğu ilişkileri bugün de devam etmektedir. Bu hesaplar halen güncelliğini korumaktadır.

Fakat bu hesapları zora sokan, engelleyen hatta bozabilecek bir Kürt ve Öcalan gerçekliği açığa çıkmıştır. Kürtlerin demokratik dönüşüm dinamiği ve Sayın Öcalan’ın halklar ve Kürtler üzerindeki etkisi savaştan arındırılmış demokratik bir Ortadoğu seçeneğini mümkün hale getirmektedir. İşte Sayın Öcalan ile Kürtler arasındaki bu tarihsel bağ sebebiyle uluslararası kurumlar İmralı’da süren tecride karşı sessiz kalmakta.

Kürt Halkı, 2011 yılına dek avukatların görüşmelere ilişkin yapacağı açıklamalara kilitleniyordu. Kamuoyunda bu yönde bir özlemin olduğu Sayın Öcalan için yapılan eylem ve kampanyalardan anlaşılıyor. Kürt kamuoyunun bu özlemine ilişkin bir mesajınız var mı?

Özelde Kürt halkının genelde ezilen halkların Sayın Öcalan’a dönük özlemlerinin kendisiyle kurdukları varlıksal, duygusal ve bilinçsel iç içe geçmişlikle doğrudan ilgili olduğu muhakkak. Varlıksaldır, çünkü Sayın Öcalan’ın 50 yıllık mücadelesi modern zamanların Kürt halkına dayattığı statüsüz bırakma ve kimliksizleştirme politikalarını boşa çıkarmıştır. Bu yönüyle yok olma-var olma diyalektiği bu ontolojik bağın tam kendisidir. Yine duygusaldır yaşanan tarihsel süreçte kültür, moral kaynakları, yaşam tarzı, acılar-sevinçler bir bütünen ortak değerlerle pekişmiş bir olma halini ifade eder. Ki bu durum kendisiyle çok yoğun bir manevi ilişkiyi gün be gün arttıran bir seyir izliyor. Yine o bağ bilinçseldir ve bu bilinci on yıllar içinde eşitlik, adalet, barış ve özgürlük değerleriyle yüklenmiş bir hakikatten bahsediyoruz. İŞİD gibi örgütlere karşı amansız, korkusuz yürütülen mücadelenin, yine bölgenin gerici devletleri karşısında Kürt halkının aldığı katıksız demokratik tutum, bu bilinç bağının doğrudan sonuçları olarak karşımıza çıkıyor.

Tüm bu inşa edilmiş hakikat zemini karşısında söyleyebileceğimiz en temel şey, Sayın Öcalan ile içinde doğduğu Kürt halkı başta olmak üzere bütün ezilen halkların kaderinin iç içe geçtiğidir. Tüm sömürgen ve zorba devletlerin tecrit ve savaş politikalarının temelinde de bu okuma vardır. Özetle Kürt sorunu 21. yüzyılda varlık-yokluk aralığında seyretmektedir. Kürt halkına yokluk dayatılırken bunun karşısında varlık mücadelesini gün be gün, an be an vermektedir.

Aslında aynı durum Sayın Öcalan’ın kendisi için de geçerlidir. İmralı adasında seyreden alıkoyma siyaseti ve işkence sistemiyle Kürt halkının özgürlük mücadelesine dönük sömürgeci politikaları bir merkezden ve bir bakış açısıyla yürütülmektedir. Şimdi buradan hareketle söylenebilir ki, tüm dünyada özgürlüğü için her gün direnen Kürt halkı ve İmralı’yı nefes nefese bir mücadeleyle özgürlük direnişi adasına çevirmiş Sayın Öcalan artık kucaklaşmalıdır. Bu kucaklaşmanın adı da fiziksel özgürlüğünün sağlanmasıdır. Gerek Kürt sorununun geldiği çok boyutlu politik-toplumsal düzey gerekse hukuki durum bu buluşmayı zorunlu kılıyor. Böylesine risklerin ve avantajların iç içe geçtiği bu tarihsel kavşakta özlem, yeni bir Kürt-Kürdistan travmasıyla değil, özgürlükle taçlandırılmalıdır. Özlemin özgürlüğe dönüşmesi, onunla kucaklaşması gerekmektedir. Özlemin özgür birlikteliğe, özgür yaşama dönüşeceğine olan inancımızı taze tutmak da en önemli önceliğimiz olmalıdır. O nedenle her gün İmralı Tecridine karşı sesimizi yükseltmek, bu uğraşı sadece belirli siyasal-kurumsal çevrelerinin işi olarak görmemek, her anı fiziksel özgürlüğü için değerlendiren kesintisiz bir toplumsal anlayış ve hareketlilik, bu kısır döngüyü de aşacak yegane zemindir. Madem Sayın Öcalan, kendisi şahsında halklar aleyhine geliştirilen sisteme rağmen ezilen bütün halkların geleceği için hakikat yolundan dönmemekte; o vakit halklar da, içimizde-dışımızda her verili durumu sarsacak bir özlem-özgürlük kucaklaşmasının öncüsü olmalıdır.

Bunları da beğenebilirsin