Önder Apo: Özgürlük süreci ideolojik kimlik arayışıdır

HABER MERKEZİ

Kadim halkların farklı zaman ve mekanlarda ahlaki ve politik anıları gizliydi günümüzde. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu gizi çözüp, saklı olunanı gerçek ve en yalın ifadeleriyle  çıkarıyor gün yüzüne. “Tarih günümüzde gizli ve biz tarihin başlangıcında gizliyiz” diyen Önder Apo, tarih anlayışının ve ideolojik kimliğin yeniden sorgulaması gerektiğini belirterek, bir sözün ne kadar derin olduğunu gösteriyor bizlere.

Önder Apo, “En sınırlı toplumdan en gelişkinine kadar, toplumun zihinsel düzeyi ve tasarımlarının bir ifadesi olan ideolojik kimlik vazgeçilmez bir olgudur” tanımlamasında bulunurken toplumların ideolojisiz yaşayamayacağını ve bir toplumun asıl mayasının öz kimliğinin ahlaki ve politik toplum olduğunu belirtmektedir.

Tarih, bir yandan doğal toplumun anılarını yaşatan ve bunlarla yaşayan halkların ahlaki ve politik geleneği, diğer taraftan devlet denen oluşumun kültürel soykırım dolu geleneğiyle doludur. Doğal toplumun kadın eksenli komünal yaşam sistemi ile hiyerarşik toplumun erkek egemenlikli zihniyetine dayalı yaşam sistemi arasındaki mücadeleler tarih boyunca sure gelmiştir. Bu da bir nevi tarihin günümüzde kendini her zaman farklı şekil ve kimliklerde tekrarlandığını göstermiştir.

Önder Apo’nun daha önce ideolojik kimlik üzerine yaptığı önemli ve çarpıcı değerlendirmelerini siz değerli okuyucularımız için derledik.

‘Devrimci pratiğin kendisi, Ortadoğu Rönesans’ını yaratacaktır’

Tarihin kapsamlı gözlemlenmesi, toplumsal birimlerin kuruluş ve çözülüş süreçlerinde yeni ideolojik kimlik oluşturmanın ve eski kimliğin dağılmasının belirleyici role sahip olduğunu gösterdiğini belirten Önder Apo, şunları söyledi: “Hem toplumsal geçmişin hafızası, hem de gelecek ütopyasının tasarımları olarak ideolojik kimlikler, toplumun beyni olarak rol oynamaktadır. Kaba bir benzetmeyle el ve ayak nasıl ekonomiyle yakından bağlantılı ise, beynin esas işlevi de zihni tasarımdır. Her canlı varlıkta beyin yaşamın yönetim gücü iken, organlar daha çok yaşamın işçi gücüdürler. Değişik bir biçimde de olsa toplumsallık bir varlık olarak şekillenince, beyin sorunu ortaya çıkar. Bunun adına ideolojik varlık kazanma demek doğru bir tanımlamadır.

Toplumsal dönüşümlerde ideolojik kimlik geliştirilirken, kilit kavramlar hep böyle amaçlanan değerlerle zenginleştirilmekte, güçlendirilmektedir.

Genelde Ortadoğu, özelde İslam tarihinden çıkarabileceğimiz tüm dersler birikip bir Ortadoğu Rönesans’ında düğümlenmektedir. Görkemli ideolojik kimliklerin ve temsil ettikleri tüm değerlerin çoktan çökmüş olup, uzun bir süreden beri yaşadıkları çürümenin de artık sonuna gelindiğini kabul etmeliyiz. Geçmişin tüm mitolojik ve dinsel öğelerinin sosyolojinin doğrultulmuş bilimsel ölçütleriyle kapsamlı bir çözümlenmeye tabi tutulması, yapılması gereken ilk aydınlanma işidir. Bunun ışığında yapılacak cesur ve çok yönlü tartışmalar doğru bir saflaşmayı sağlayacaktır. Her şeyiyle yaşanan Babil Kulesinin dibindeki sağırlar diyalogu, yerini doğru ve yetkin anlayışa, sağlam iş ve karakter temsiline götürecektir. Safların doğru belirlenişi ve yetkin karakter temsili kör pratiğin, vicdansız, çirkin ve yanlış yaşamın sonunu getirecektir. Tarihin yetkin anlamı kadar, geleceğin doğru tasarımına dayalı yeni ideolojik kimlik, yaşanması gereken toplumsal pratiğin önünü aydınlatacak, bunun için gerekli cesareti verecektir. Devrimci pratiğin kendisi, gecikmiş de olsa, Ortadoğu Rönesans’ını yaratacaktır.”

‘Tarla olmadan tohum yeşermez’

Önder Apo, özgürlük sürecinin bir anlamda yeni toplumsal hareketlilik; onun ideolojik kimlik ve düzen arayışı olduğunu vurgulayarak, sözlerine şöyle diyor: “Eğer yeni ideoloji ve toplum, deneyimle muhalefet ettiği sisteme rağmen yaşar ve hatta daha da verimliliğini kanıtlarsa, eskinin yerine geçmesinin imkânı doğar.

Hiçbir zaman göz ardı edilmemesi gereken bir olgu, toplum sistemlerinin öncelikle zihne ve iradeye dayalı olarak doğup yürütüldükleridir. Kendi kendine üretim koşulları ne kadar elverişli de olsa toplum yürütülemez. İdeolojik kimlik belirmeden ve iradeye hükmetmeden, üretim koşulları cansız maddelerden başka bir şey olamazlar. Sistemlerin, hatta en küçük toplulukların doğuşunu, zihnen ve onun kumanda ettiği irade ve edimden farkını veya önemini sürekli hesaba katmadan başka nedenlerle izah etmek, bugünkü sosyolojinin rolünü oynamamasının en temel nedenidir. Sosyolojinin temel hastalığı, ideolojik kimliklerin rolünü doğru ortaya koyamamasından kaynaklanmaktadır. En az dindarların taşıdığı sorumluluk kadar, sosyolojiyle uğraşanların da kutsal bir sorumluluk duymaları gerekir.

Süreci derinliğine belirleyenin bilimsel-teknik devrimler olduğu doğru bir yaklaşımdır. Tüm toplumsal sistemlerin dönüşümünü belirleyen gelişmelerin maddi temeli, varılan teknik düzeydir. Fakat bu kendi başına tekniğin dönüştüreceği anlamına gelmez. Burada devreye girmesi gereken şey, ideolojik kimlik sürecidir. Eski düzenin aşılması ve yeninin uç göstermesi ideolojik doğuş olmadan asla gerçekleşemez. Bunu şuna benzetebiliriz: Tarla olmadan tohum yeşermez. Açılan yeni tarlayı tekniğe benzetirsek, tohum da ideolojik kimliği çağrıştırmaktadır.”

‘İdeolojik kimlik yeniden doğuşun kaçınılmazıdır’

“Sistemlerin kaderi öncelikle ideolojik kimlik savaşında tayin edilmektedir. İdeolojik savaştan geçmemiş hiçbir toplumsal sisteme tanık olamamaktayız. İdeolojik kimlik bir çocuğun ana rahmine düşmesine benzemektedir” diyen Önder Apo, sağlıklı bir doğuş ve büyümenin öncelikle ana rahmindeki şekillenmeyle belirlendiğini ifade etti. Önder Apo, “Bu diyalektik gelişmeyi yaşamayan toplumlar ve uygarlıklar parçalı, yapay, ucube bir durum arz etmekten kurtulamazlar. Ana rahmindeki doğuşun sakat olması halinde bunun hayat boyu etkisini sürdürmesi nasıl kaçınılmazsa, ideolojik kimliği eksik ve sakat olan toplumsal sistemler de yaşadıkları müddetçe bunun etkisini çekmekten kurtulamazlar. Bir toplumsal sistemin gücü, dayandığı ideolojik kimliklerle yakından bağlantılıdır.

Ortaya çıkan sonuç, ideolojik kimliğin yeniden doğuşunun kaçınılmazlığıdır. Sorun ne teknik koşullarla, ne de ekonomik, sosyal ve siyasal koşulların olgunlaşması veya çürümesiyle ilgilidir. Tüm alanlarda olgunlaşma ve çürüme fazlasıyla yaşanmaktadır. Daha da önemlisi, yeni doğuşlar için teknik temel ve ideolojik birikimler hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar elverişlilik arz etmektedir. Diğer bir deyişle, yeni tarihsel çıkış için objektif koşullar yeterli olduğu gibi, çürümeyle birlikte çıkış için önemli ipuçlarını da birlikte yaşamaktadır” diye bertiyor.

‘Doğru teori olmadan doğru eylem olamaz’

Sorunun, ideolojik kimliğin doğru ve yetkince belirlenememesinden kaynaklandığını kaydeden Önder Apo, zihniyet ve ruhsal yapıdaki parçalanma ve yenilginin teslimiyet ve yozlaşmadan ileri geldiğini ileri sürdü. Önder Apo sözlerine şöyle devam etti: “Dolayısıyla çözümlenmesi gereken ilk iş, zihniyet ve ruhsal yapıda ideolojik kimliğin bütünlüklü, yenmesini bilen, direngen bir orijinal doğuşu gerçekleştirmektir. Daha da somutlaştırırsak, tarihsel ve toplumsal bütünlük içinde somut koşulların teorik çözümlemesini doğru yaparak program, strateji ve taktik hattını çizmesini gerektirmektedir. Bu anlamda ‘Doğru teori olmadan doğru eylem olamaz’ sözü geçerliliğini korumaktadır.

Günümüzde ideolojik kimliğin en önemli parçasını teorik çözümlemeler oluşturmaktadır. Teori, değiştirilmek ve yaşanmak istenen toplum biçiminin genel değerlendirmesini ve olası akış yönünü kestirmeyi içerir. Ne kadar doğru kestirilirse, pratik gelişme de o denli sağlıklı ve başarılı olur. Teori sadece günceli değil, tarihsel ve toplumsal gelişmeyi ideolojik ve ekonomik boyutlarıyla, politik olguyla iç içe, hiçbirinin ağırlığını ihmal etmeden ve abartmadan olduğu gibi yansıttığında, ideolojik rolünü doğru oynadığından bahsedilebilir. Ortaya koyacağı aydınlanmanın ışığında gerçekleri görmek ve ileriye doğru yol almak kolaylaşır.”

İkinci bölüm yarın…

Bunları da beğenebilirsin