Dağ sineması ve şiir tadında bir gerilla yolculuğu: Halil Dağ

HABER MERKEZİ

“Bu topraklarda doğmadım ve bu topraklarda büyümedim. Kürdistan adını verdiğimiz bu ülkenin sadece dağlarını gördüm. Bir de uzaklardan şehirlerinin ışıklarını… Ama akarsularında ıslandım, kayalarına dokundum…”

Kürdistan’da doğmayan, Kürdistanlı olmayan ama Kürdistan dağlarının hakikatini ve direnişini kameraya kaydeden ilk gerilla olarak tarihe geçti, Halil Dağ. Dağ sinemasını Kürdistan ve ezilen halklar tarihine kazandıran ve ona ilk öncülük eden isim olarak hafızalara kazınan Halil Dağ, Kürdistan dağlarında sadece kamerasıyla değil, işgale ve sömürüye karşı silahıyla da direnen bir gerilla oldu.

Halil Uysal… Diğer adı Halil Dağ, 1973 yılında Almanya’da doğan ve gerçek adı Halil İbrahim Uysal olan yönetmen, kısa bir süre kalmak için 1995’te ayak bastığı Kürdistan dağlarından çok etkilendi ve gerilla olarak yaşamaya başladı. İlk öğrendikleri dağlarda gerillaları, gerillalarını fotoğraflayan Uysal, süreç içinde kısa film denemeleri yaptı.

2006 yılında, Kürt kamuoyunda çok beğenilen “Beritan” filmi ile Uysal, Kürdistan’daki gerillalarımızı anlatacaktı dünyaya.  ‘Ağrı Dağı’na Yürüyenler’ isimli bir proje için bir süreden beri Kuzey Kürdistan’da bulunan Halil Dağ, 1 Nisan 2008’de Şirnex’in Besta bölgesinde, işgalci Türk ordusuyla yaşanan bir çatışmada 3 gerilla arkadaşıyla birlikte şehit düşecekti.

Halil Uysal’ın (Halil Dağ) İzmir’de başlayan yolculuğu önce Avrupa’ya oradan da Mezopotamya’nın dağlarına kadar sürüyor. Kürtlerin gerilla savaşını belgelemek ve haberlerini yazmak için başladığı serüveninde, ölümlerle karşılaşıyor, savaşın bütün boyutlarını yaşıyor; gerçeğe ve direnişe tanıklık ediyor ve gerillalarla birlikte dağlarda yaşamaya karar veriyor.

Fotoğrafçı olarak başladığı dağ yolculuğunda yaşanılan her anı görüntüleyen Halil Dağ, yazılarında ise bu görüntülerin kendisinde bıraktığı izleri anlatmaya çalışır ve herkesin bu güzelliklerden haberdar olmasını ister.

Önce bir fotoğrafçı olarak gelir Kürdistan dağlarına; sonra gerilla olmanın, bunun savaşını vermenin muhteşemliğiyle tanışır, zamanla gönlünün fotoğrafladığı her anı, yaşadığı her ayrıntıyı yazıya döker. Farklı zamanların sınırsız yoldaşlığını paylaşmanın büyüsünü her zaman yaşayan ve yaşatan Halil Dağ, şiir tadında başladığı gerilla yolculuğunda herkesin bu şiiri okumasını, duymasını kimi zaman fotoğraflarla, kimi zaman kamerasıyla anlatmak ister.

Bu topraklarda doğmayan Halil Dağ, bu topraklarda büyütür yüreğini, dağ tadında. Her zaman gülmeyi ve güldürmeyi seven Halil Dağ, yürüdüğü her patikada tarihe bir iz bırakmanın sorumluluğuyla yürümüş ve aynı zamanı yaşayan tüm yoldaşlarının gönlünde unutulmaz anılar bırakmıştır ve çektiği Beritan filmiyle tüm dünyaya gerillaların dünyasını ve amacını tanıtmıştır. Bu da gerillada yarattığı ilklerden biri olmuştur. Halil Dağ’ın bıraktığı bu miras üzerinden gerilla büyüsü her alanda kendisini anlatıyor dünyaya.

Dağ sinemasını dünyaya tanıtan Halil Dağ’ın kaleminden dağların sihri

“Bu topraklarda doğmadım ve bu topraklarda büyümedim. Kürdistan adını verdiğimiz bu ülkenin sadece dağlarını gördüm. Bir de uzaklardan şehirlerinin ışıklarını… Ama akarsularında ıslandım, kayalarına dokundum, yemyeşil yaz sıcağında ter döktüm. Burada arkadaşlarım oldu, arkadaşlarım vuruldu. Onların arkasından gözyaşı döktüm. Bir zamanlar sadece fotoğrafladığım insanlarla yaşadım. Aynı yemeği, aynı battaniyeyi, aynı soğuğu paylaştım. Ölümlerine tanık oldum. Artık geçtiğim hiçbir mekan geride kalmıyor. Yürüyüp gitsem de artık hiçbir zamanı bırakamıyorum. Bu koca coğrafyada sanki kendi evindeyim. Dağ dağ dolaşırken, her kayada tanıdığım bir gerillanın simasını, çok sevdiğim bir arkadaşın kahkahasını duyuyorum. Sanki kendi evimin odalarında dolaşır gibi dolaşıyorum bu coğrafyada. Hiçbir şey uzak değil, hiçbir şey yabancı değil, uzansam dokunuyorum.”

Dağlarda yaşadıkça kendisini tanıyan ve ülkesiyle bütünleşmenin muhteşemliğini kaleminde şöyle dile getiriyor Halil Dağ: “Gördüğüm ve dokunduğum her nesne bana bir zamanı çağrıştırıyor, mutlaka geçmişte bir yaşanmışlığı anlatıyor. Burada bütün zamanları iç içe yaşıyorum. Bu dağlardaki bütün kayaların, taşların, böylesine zaman yüklü olduğunu önceleri bilmezdim. Onların zamanı kendileriyle birlikte tuttuklarını ve taşıdıklarını anlamam için yıllar gerekiyormuş.

Nihayet insanlar gibi olmadıklarını öğrendim. Onların hiçbir şeyi geride bırakmadıklarını, yanından geçip gitmediklerini, üstünden atlamadıklarını gördükçe, bu kayalara, taşlara, sulara olan sevgim gittikçe artıyor. Bazen bende bir taş gibi bütün zamanı kendimde biriktirmek tanıdığım bütün yüzleri, duyduğum bütün sözleri kendimde saklamak istiyorum. Bazen tek parça kaya gibi durabilmek istiyorum. Biliyorum tanıyorum ve seviyorum. Bu ülke artık benim ülkem oldu…”

 

 

rm

Bunları da beğenebilirsin